İNFAZ KURUMUNDA AVUKATLA GÖRÜŞME HAKKI

Bu makalemizde tutuklu ve hükümlülerin ceza infaz kurumlarında avukatlarla görüşme usulü ele alınacaktır.

 Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz. ( CMK madde 149/3)

Madde 154 – (1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz ( CMK madde 154/1)
Avukat ve noterle görüşme hakkı ( İNFAZ KANUNU MADDE 59 )
MADDE 59.- (1) Hükümlü, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde avukatları ile vekâletnamesi olmaksızın en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir.
(2) Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde yapılır.
(3) Avukatlar, vekâletnameleri olsa da aynı anda birden fazla hükümlü ile görüşme yapamazlar.
(4) (Değişik: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Görüşme sırasında; hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz.
(5) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir.
(6) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimini değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere müteaddit defa uzatabileceği gibi kısaltılmasına veya sonlandırılmasına da karar verebilir.
(7) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Beşinci fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce taraflar bu hususta uyarılır.
(8) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Hükümlü hakkında, yedinci fıkra uyarınca tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemiyle hükümlünün avukatlarıyla görüşmesi infaz hâkimince altı ay süreyle yasaklanabilir. Yasaklama kararı, hükümlüye ve yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Cumhuriyet başsavcılığı baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesini baro başkanlığından isteyebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir.
(9) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) İnfaz hâkimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir.
(10) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.) Bu madde hükümleri 9 uncu maddenin üçüncü fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ile beşinci fıkradaki suçlardan hükümlü olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler hakkında da uygulanır.
(11) (Ek: 3/10/2016-KHK-676/6 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/6 md.)
Tutuklular hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir.
(12) (Ek ibare: 25/5/2005-5351/5 md.) Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve karşılıklılık esasına uygun olmak koşuluyla, Yabancı ülkelerde haklarında soruşturma veya kovuşturma yapılmakta olan, yabancı ülke veya uluslararası yargı mercilerinde dava açmak isteyen, leh veya aleyhine açılmış davası olan Türk vatandaşı veya yabancı uyruklu hükümlülerle yabancı uyruklu avukatları, bu soruşturma ve kovuşturma, açılacak veya açılmış davalarla sınırlı olmak ve vekâletname sunmak koşuluyla görüşebilirler. Vekâletnamesi olmayan yabancı uyruklu avukatlar, hükümlü ile Türkiye barolarına kayıtlı bir avukatla birlikte görüşme yapabilirler.
Ziyaret ve görüşlerde uyulacak esaslar
Madde 86- (1) Kapalı ve açık ceza infaz kurumlarına ziyaret veya görüşe gelen resmî heyet ve özel kişiler, kurum güvenliğini tehlikeye sokacak davranışlarda bulunamaz, kurum güvenliği için alınan ve uygulanan yasal ve idarî tedbirlerin değiştirilmesini isteyemezler.
(2) Kurumun düzen ve güvenliğini, hükümlülerin sağlığını bozabilecek nitelikteki eşya ve maddeler ile her türlü iletişim araçları ve taşıma izin belgesi olsa da silâhlar kuruma sokulamaz. Ziyaret ve görüşlerde hükümlülere para, kıymetli evrak ve eşya verilemez.
(3) Kurum görevlileri ve dış güvenlik görevlileri dahil olmak üzere, sıfat ve görevi ne olursa olsun, ceza infaz kurumlarına girenler duyarlı kapıdan geçmek zorundadır. Bu kişilerin üstleri metal dedektörle aranır; eşyaları x-ray cihazından veya benzeri güvenlik sistemlerinden geçirilir, ayrıca şüphe hâlinde elle aranır. Bu cihazların bulunmadığı yerlerde arama ve kontrol elle yapılır. Ancak milletvekilleri, mülkî amirler, hâkim, Cumhuriyet savcıları ve bu sınıftan sayılanlar, avukatlar, noterler, ceza infaz kurumları ve tutukevleri kontrolörleri izleme kurulu başkan ve üyeleri, uluslararası sözleşmelerle yetkileri tanınmış kişi ve kuruluşların temsilcileri, ceza infaz kurumu ve tutukevi koruma birlik komutanı ile kurum müdürünün üstleri ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlleri dışında elle aranamaz. Duyarlı kapı cihazının ikazının sürmesi hâlinde bu kişiler ancak, elle aramayı kabul ettikleri takdirde kuruma girebilirler. Ziyaret yerleri de ziyaret öncesi ve bitiminde aranır.
(4) Ceza infaz kurumlarına giren avukatlarca savunmaya ilişkin olduğu yazılı olarak beyan edilen belge ve dosyalar incelemeye tâbi tutulmaz.
(5) Konusu suç teşkil etmemekle birlikte ceza infaz kurumlarına sokulması yasak olan her türlü eşya, çıkışta sahibine verilmek üzere idare tarafından muhafaza altına alınır.
(6) Hükümlüler, odalarından çıkış ve dönüşlerinde ayrı yerlerde ve farklı memurlarca üst ve eşya aramasına tâbi tutulurlar.
(7) Aramalarda insan onuruna saygı esastır.
(8) Ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhâl son verilir. Suç oluşturan davranışlar, ilgili idarî ve adlî makamlara
bildirilir. Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme hakları, kurumun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Mevzuatın avukatlar bakımından getirdiği hükümler saklıdır.
Anayasa'nın 19. maddesi gereğince hükümlü ve tutukluların haberleşme hürriyeti ve aile hayatına saygı hakkının sınırlanması, hukuka uygun olarak ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz ve doğal bir sonucudur. Öte yandan hükümlü ve tutukluların aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır. Bununla beraber bu yükümlülük yerine getirilirken ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz ve doğal sonuçlarının gözetilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi ile aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı arasında adil bir denge sağlanmalıdır. (Anayasa Mahkemesi B. No: 2013/4708, 20/4/2016, § 36).

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

“(1) Herkes …. yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”

Madde 19 — Tutuklu, vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duymayacağı, ancak; görüşmenin görevlilerce izlenebileceği  bir ortamda, açık görüş usulüne tabi olarak görüşür. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulmaz. Soruşturma evresinde, aynı anda en fazla üç avukat tutuklu ile görüşebilir. (Ek fıkra:RG-13/9/2017-30179) Tutuklu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 253 ilâ 255 inci maddeleri uyarınca uzlaştırmacı olarak atanan kişi ile görevlendirme belgesinin ibrazı üzerine ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu uyarınca arabulucu olarak belirlenen kişi ile meslek kimliğinin ibrazı üzerine, mesai gün ve saatleri içerisinde konuşulanları başkalarının duymayacağı, ancak görüşmenin görevlilerce izlenebileceği bir ortamda, açık görüş usulüne tâbi olarak görüşür. Bu kişilerin uzlaştırmacı ve arabulucu ile yazışmaları denetime tâbi tutulmaz.HÜKÜMLÜ VE TUTUKLULARIN ZİYARET EDİLMELERİ HAKKINDA YÖNETMELİK
Hükümlünün avukat, uzlaştırmacı ve arabulucu ile görüşmesi (Değişik başlık:RG-13/9/2017-30179) Madde 20 — Hükümlü ile avukatı, meslek kimliğinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak; güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde, açık görüş usulüne uygun olarak görüştürülür. Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı Kanunun 220 nci, ikinci kitap dördüncü kısım dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğinin, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanununa göre itiraz edebilir. Zorunlu hallerde, belirlenen gün ve saatler dışındaki görüşmelere, Cumhuriyet başsavcılığı yazılı olarak izin verebilir. Hükümlü, vekâletnamesi olmayan avukatlarıyla, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir. (Ek fıkra:RG-13/9/2017-30179) 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 253 ilâ 255 inci maddeleri uyarınca, hükümlü, uzlaştırmaya tâbi bir suçun tarafı olması, uzlaştırma yoluna gidilmesi ve rıza göstermesi durumunda, uzlaştırmacı olarak atanan kişi ile görevlendirme belgesinin ibrazı üzerine, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, mesai gün ve saatleri içerisinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde, açık görüş usulüne uygun olarak görüştürülür. (Ek fıkra:RG-13/9/2017-30179) 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu uyarınca, hükümlü, arabuluculuk yoluna başvurulması ve rıza göstermesi durumunda, arabulucu olarak belirlenen kişi ile meslek kimliğinin ibrazı üzerine, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, mesai gün ve saatleri içerisinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde, açık görüş usulüne uygun olarak görüştürülür. (Ek fıkra:RG-13/9/2017-30179) Uzlaştırmacının ve arabulucunun kuruma girişinde ve görüşmeler sırasında, avukatların kuruma girişlerinde ve görüşmelerinde uygulanan usul ve esaslar niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanır.
Müdafilik ve vekillik görevinden yasaklanma  Madde 21 — 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre mahkemece haklarında müdafi veya vekillik görevinden yasaklanmış bulunan avukatlar, Kanunda belirtilen yasaklama süreleri içinde başka davalarla ilgili olsa bile müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişiyi kurumda ziyaret edemez.

Ceza hukuku kapsamında şüpheli sanık ya da hükümlünün avukatı ile görüşebilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu görüşme hakkı kişinin şüpheli sanık ya da hükümlü sıfatına sahip olmasına göre de farklılık arz etmektedir. Avukat ve müvekkili arasında vekalet sözleşmesi yapılması durumunda söz konusu vekalet sözleşmesi yazılı ya da sözlü olarak yapılabilir yazılılık avukatlık sözleşmesinde geçerlilik değil ispat unsurudur.

Kamu makamlarının bireyin haberleşme özgürlüğüne ve haberleşmesinin gizliliğine keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Anayasa ve Sözleşme ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Haberleşmenin içeriğinin denetlenmesi, haberleşmenin gizliliğine ve dolayısıyla haberleşme özgürlüğüne yönelik ağır bir müdahale oluşturur. Bununla birlikte haberleşme özgürlüğü, mutlak nitelikte olmayıp meşru birtakım sınırlamalara tabidir. Bu kapsamdaki özel sınırlama ölçütleri, Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında sayılmıştır (Mehmet Koray Eryaşa, B. No: 2013/6693, 16/4/2015, § 50).
AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır. AİHM'e göre demokratik toplumda zorunluluk kavramı, müdahale teşkil eden eylemin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması ve takip edilen meşru amaç bakımından orantılı olması unsurlarını içermektedir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-97; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34).

 Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların hukuki danışmanlık almaları ve dış dünya ile ilişkilerine ilişkin ilgili kısımları şöyledir:

 “Hukuki Danışmanlık

23.1. Bütün mahpuslara hukuki danışmanlık alma hakkı tanınır. Cezaevi yetkilileri onlara bu hakkı kullanmalarında makul kolaylıklar sağlamalıdır.

23.2. Mahpuslar herhangi bir hukuki mesele hakkında kendi seçtikleri ve ücretini ödedikleri bir hukuki danışmana başvurabilirler.

23.3. Kabul edilmiş ve ücretsiz bir hukuki yardım uygulaması olması halinde, yetkililer bunu tüm mahpusların dikkatine sunmalıdır.

23.4. Mahpuslar ve hukuki danışmanları arasında hukuki konularda yapılan görüşmeler, yazışmalar ve diğer iletişimler gizli tutulmalıdır.

23.5. Ciddi bir suçun işlenmesinin önlenmesi ya da cezaevi emniyet ve güvenliğinin esaslı bir biçimde ihlal edilmesinin engellenmesi için, adli bir merci tarafından istisnai hallerde bu gizliliğe kısıtlamalar getirilebilir.

23.6. Mahpuslar, mahkeme işlemleri ile ilgili belgelere ulaşabilmeli veya bunları yanlarında bulundurmalarına izin verilmelidir.

“Dış Dünya ile İlişki

24.1. Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir.

24. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir.

24.5. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar…”

Anayasa'da herkesin haberleşme hürriyetine sahip olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda ceza infaz kurumunda tutuklu ve hükümlü bulunan kişilerin de haberleşme hürriyetine sahip olduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak haberleşmenin hangi araçlarla yapılacağı Anayasa açık bir şekilde belirtilmemiştir. Anayasa'nın haberleşme vasıtalarının tespiti için suskun kalmasının her türlü haberleşmenin bu kapsamda kabul edilebileceği sonucunu doğurduğu söylenebilir. Bununla birlikte ceza infaz kurumları açısından haberleşme hürriyetinin belirlenmesi açısından kamu makamlarının takdir yetkisinin daha geniş olması ceza infaz kurumunun niteliği ve amacı bağlamında kabul edilebilir bir durumdur. Bu bağlamda ceza infaz kurumunda tutulan hükümlü ve tutuklular açısından haberleşme hürriyetinin kapsamının her türlü iletişim aracını içermeyeceği açıktır. Hükümlü ve tutuklular açısından haberleşme hürriyetini tamamen ortadan kaldıracak boyutta olmadığı ve ceza infaz kurumunun güvenliği ve düzeni çerçevesinde somut olayların özellikleri incelenerek yapılan müdahalenin haberleşme hürriyetini ihlal edip etmediği değerlendirilecektir. Bu bağlamda temel yaklaşım hükümlü ve tutukluların dış dünya ile temaslarının desteklenmesi olmalıdır (Mehmet Koray Eryaşa, § 54).(Başvuru Numarası: 2016/7628)

Hükümlü ve tutukluların avukat veya müdafi ile görüşmesi 5275 sayılı Kanun’da ayrı maddelerde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 66. maddesinde hükümlülerin avukat ile görüşmesi düzenlenmiştir. Tutuklular hakkında ise aynı Kanun’un 114. maddesinin (5) numaralı fıkrasında tutukluların müdafi ile olan haberleşmesine, kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamayacağı ve kısıtlamalar konulamayacağı belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 116. maddesinde belirtilen ve tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olması kaydıyla 66. maddede belirtilen hükümlülerin avukatları ile görüşme usulü tutuklular açısından da kabul edilmiştir. Anılan mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde tutukluların ve hükümlülerin telefonla görüşme hakkına sahip oldukları, bununla birlikte tutuklular yönünden 5275 sayılı Kanun’un 114. maddesiyle müdafiyle haberleşmesine ilişkin ek bir güvence sağlandığı anlaşılmaktadır. Anılan güvencenin, devam eden yargılama kapsamında tutukluların savunma haklarını kullanmalarının kolaylaştırılmasına yönelik olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi Mehmet Koray Eryaşa kararında (aynı kararda bkz. §§ 63-68) anılan düzenlemeleri değerlendirerek tutukluların avukatla veya müdafi ile telefon vasıtasıyla haberleşme hakkının olduğuna ve bu hakkı engelleyebilecek yeterli yasal düzenlemenin mevcut olmadığına karar vermiştir . 5275 sayılı Kanun’un 66. maddesinde ise hükümlülerin telefonla haberleşme hakkı açıkça düzenlenmiş ancak bu hakkın esaslarının tüzük ile belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Bir başka ifade ile hükümlülerin telefon ile görüşmesi bir hak olarak tanımlanmakla birlikte kimler ile telefon vasıtasıyla görüşme sağlayabileceğinin ve görüşme şartlarının idarenin takdir yetkisi kapsamında düzenlenmesi hüküm altına alınmıştır. İlgili İnfaz Tüzüğü’nde ise anılan yetki bağlamında yapılan düzenleme ile hükümlülerin telefonla görüşebileceği kişiler eş, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlar ile vasi olarak sayılmış ve avukat ile telefonla görüşme öngörülmemiştir. Bu bağlamda yukarıda tutuklular yönünden tespit edilen ek güvencenin hükümlüleri kapsamadığı, hükümlülerin avukat ve müdafi ile telefon vasıtasıyla görüşme hakkının kural olarak mevcut olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte telefonla görüşme hakkının kapsamına ilişkin tutuklu ve hükümlüler yönünden farklı düzenlemeler öngörülmesinin hükümlü ile tutuklunun hukuk karşısındaki statülerinin farklı olması, diğer bir ifadeyle hükümlü hakkında kesinleşen ceza mahkûmiyetinin infazı aşamasına geçilmiş olmasına karşın tutuklunun yargılamasının devam ediyor olması gözetildiğinde demokratik toplum gereklerine uygun olmadığı söylenemez. Öte yandan anılan mevzuatta hükümlünün avukatıyla telefonla görüşme hakkı olduğuna dair bir düzenleme olmamakla birlikte yukarıda belirtilen mevzuata göre (bkz.15, 16) tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde avukat ile hükümlünün yüz yüze görüşebileceği, ayrıca mektup, faks gibi yollarla avukatıyla iletişim kurmasının mümkün olduğu gözetildiğinde hükümlülere avukat ile telefonla görüşme hakkının tanınmamasının haberleşme hürriyetini tamamen ortadan kaldıracak boyutta olmadığı, diğer haberleşme yollarının avukat ile hükümlü arasındaki iletişimin sağlanması açısından yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda ceza infaz kurumunda kalan hükümlülerin haberleşme hürriyetleri kapsamında sayılan telefonla görüşme hakkının, görüşülebilecek kişiler yönünden, bu konuda idareye tanınan geniş takdir yetkiside dikkate alındığında, sınırlandırılmasının mümkün olduğu söylenebilir. Ancak bu durumda hükümlülerin avukatlarıyla iletişim kurabilmelerindeki bireysel yarar ile kamu yararı arasında makul bir dengeleme yapılarak hükümlülerin öznel durumları gözetilmek suretiyle belli bir esnekliğin sağlanması gerektiği vurgulanmalıdır. Bu bağlamda hükümlünün avukatıyla telefon vasıtasıyla görüşme talebi, hükümlünün dayandığı nedenler ve somut olayın öznel koşulları gözetilerek hukuki yardım almanın kolaylaştırılması temelinde değerlendirmeli ve yeterli gerekçe ile karşılanmalıdır. Öte yandan hükümlünün somut durumu gözetildiğinde haberleşme yöntemlerinden bir veya birkaçının avukat ile haberleşmede kullanılabildiğinin ve diğer iletişimin araçlarının avukat ile haberleşme açısından yeterli olduğunun tespit edilmesi hâlinde hükümlünün avukatla telefon aracılığıyla görüşmesine izin verilmemesi tek başına haberleşme hürriyetinin ihlali olarak kabul edilemez. Somut olayda hükümlü olarak Ceza İnfaz Kurumunda bulunan başvurucunun avukatıyla yüz yüze görüşme, mektup, faks ve benzeri yöntemlerle iletişim kuramadığı ya da bu iletişim yollarının yeterli olmadığı yönünde bir iddiasının olmadığı, ayrıca avukatıyla telefonla görüşme talebine ilişkin öznel nedenler de ileri sürmediği görülmüştür. Anılan durum yukarıdaki açıklamalarla birlikte değerlendirildiğinde, başvurucunun haberleşme hürriyetine yapılan müdahalenin demokratik toplum gereklerine uygun ve ölçülü olduğu; haberleşme hürriyetine yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşme hürriyetinin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.(Başvuru Numarası: 2016/7628)

” (1) Hükümlü, kurumda avukat ve noterle görüşme hakkına sahiptir.

 (2) Hükümlülerin avukat ile görüşmesinde aşağıdaki kurallar uygulanır:

 …

c) Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz.

1. Hükümlü ile görüşmek üzere kuruma gelen avukatların, yanlarında bulundurdukları belge ve dosyaların savunmaya ilişkin olup olmadıkları konusunda kendilerinden yazılı beyanları alınır. Savunmaya ilişkin olduğu beyan edilen belge ve dosyalar, her ne suretle olursa olsun incelenemez. Hükümlü ile doğrudan ilişkisi olmak koşulu ile avukatın yanında getirmiş olduğu ve bir hukuki uyuşmazlık konusunu oluşturan belge ve dosyalar hakkında da aynı hükümler uygulanır.

2. 5237 sayılı Kanunun 220 nci maddesinde, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisinde avukatın savunmaya ilişkin olduğunu beyan ettiği belge ve dosyalar fiziki olarak aranabilir. Konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler.

3. Avukatların hükümlü ile kurumda yapmış olduğu görüşme sırasında konuşmaları yansıtan ve bizzat avukat tarafından elle tutulan kayıtlar hakkında da bu bent hükümleri uygulanır.

(3)Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görüşmenin görülebileceği bir biçimde yapılır…”

"... Avukatlık sözleşmesinin süresiz olarak devam ettiğini kabul etmek mümkün değildir. Böyle bir kabul, birçok sorunu da beraberinde getirecektir. Belli bir ücret karşılığı iş yapan vekilden, kesinleşen bir hükümden yıllarca sonra, bu hükümle ilgili yeni bir durum ortaya çıktığında, o hususu da kendiliğinden halletmesi bir görev olarak beklenemez. Şu durumda, yasal düzenlemelere uygun olanı avukatlık sözleşmesinin hükmün kesinleşmesi ile sona ermesidir. Olağan olmayan yasa yolları bu sürece dahil edilmemelidir. Ancak, açıkça sonlandırılmadığı veya diğer sona erme nedenleri bulunmadığı takdirde, vekalet ilişkisi halen devam ediyor olacağından, eğer ki, kesinleşme sürecinden sonraki işlemler için de aynı avukatın işe devam etmesi isteniyorsa, ayrı bir avukatlık sözleşmesi yapılmalıdır. Bu sözleşme, şekle bağlı olarak açıkça yapılabilecektir. Ancak bu şart değildir. Aynı sözleşme, müvekkilin vereceği sözlü bir talimatla kurulabileceği gibi, vekilin müvekkilinin lehine işe girmesi ve müvekkilinin buna izin vermesi ya da ses çıkarmaması şeklinde de ihdas edilebilir. ... Eğer, avukatın temyiz dilekçesi süresinde verilmiş ve hükümlü de buna herhangi bir itirazda bulunmamış olsa idi, bunun kabulü olanaklı ise de dilekçe süresinde verilmemiş, hükümlünün, uyarlamaya ilişkin son hükmü temyiz davasına konu edebilme olanağı ortadan kalkmıştır. Bu ahvalde devam ettiği kuşkulu hale giren eski bir vekalet ilişkisinden bahisle hükümlünün aleyhine sonuç yaratmak düşünülmemelidir. ... Hukukun üstünlüğü ve koruyuculuğu ilkesi, kuşkunun var olduğu hallerde haktan yararlanma hal ve yeteneğini genişletmeyle gerçekleşir. O halde; konu olayda, avukatlık sözleşmesinin, kamu davasında verilen hükmün kesinleşmesiyle sona erdiğinin, yazılı, sözlü ya da eylemli biçimde yenilendiğine ilişkin bir hal gerçekleşmediğinden uyarlama yargılamasında avukatın müdafi sıfatıyla temsil yetkisi olmadığının ve dolayısıyla temyiz süresini geçirme biçimindeki kusurlu davranışının hükümlü aleyhine değerlendirilemeyeceğinin kabulü gerekmektedir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 6/3/2007 tarihli ve E.2007/6-13, K.2007/54
Somut olayda başvurucunun kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunan ceza davası dosyasında kendisini özel vekille temsil ettirdiği ve söz konusu vekil adına 11/10/2018 tarihli vekâletnamenin düzenlendiği yargılama makamlarınca kabul edilmiştir. Ancak itiraz aşamasında Ağır Ceza Mahkemesince yukarıda belirtilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı (bkz § 19) doğrultusunda ceza davası dosyasındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesi nedeniyle bu vekâlet ilişkisinin sona erdiği kanaatine varılarak avukatın müvekkiliyle görüşmesine izin verilmemesi şeklindeki Kurum uygulamasının hukuka uygun olduğu anlaşılmıştır.  Başvuru konusu karara dayanak yapılan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği ceza davası dosyası özelinde avukatlık sözleşmesinin süresi kesinleşme sürecinden sonraki işlemler bakımından tartışılarak kesinleşmesinden sonra müvekkilin vereceği sözlü bir talimatla dahi avukatlık sözleşmesinin kurulabileceği belirtilmiştir. Hatta kesinleşmeden sonraki süreçte vekilin müvekkilinin lehine işe girmesi veya müvekkilin buna izin vermesi ya da ses çıkarmaması şeklinde de avukatlık sözleşmesi yapılabileceği vurgulanmıştır. Bunun yanında 1136 sayılı Kanun'da avukatlık sözleşmesinin süresine ilişkin açık bir düzenleme mevcut olmadığı ancak vekâlet ilişkisini sona erdiren hâllerin 6098 sayılı Kanun'da açıkça sayılmış olduğu görülmekle anılan itiraz makamı kararında somut olay bakımından bu düzenlemede yer alan vekâlet ilişkisini sona erdiren hâllerin var olup olmadığı tartışılmadığı gibi mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması nedeniyle vekâlet ilişkisinin sona erdiği sonucuna ulaşılırken Yargıtay içtihadının gözetildiği belirtilmiştir. Ancak anılan Yargıtay içtihadında tespit edilen ve vurgulanan hususlara (bkz. § 35) rağmen Ağır Ceza Mahkemesi tarafından başvurucu ve vekili arasında hükmün kesinleşmesinden sonra yapılmış açık bir sözleşme olmadığı, başvurucunun da temsil edilmesi yönünde yazılı, sözlü ya da eylemli yeni bir onay verdiğinin belirsiz olduğu belirtilirken bu yönde hiçbir araştırma yapılmadığı görülmüştür. Bununla birlikte avukatlık sözleşmesinin ve vekâlet ilişkisinin devam edip etmediği yönünde başvurucunun beyanına ve bilgisine başvurulmadığı da anlaşılmıştır.  Kaldı ki 5275 sayılı Kanun'un 59. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Yönetmelik'in 72. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde hükümlülerin avukatları ile vekâletnamesi olmaksızın dahi en çok üç kez görüşme hakkına sahip olduğu düzenlemesi karşısında somut olayın koşullarının bu düzenlemeler ışığında da değerlendirilmediği vurgulanmalıdır .Yapılan açıklamalar ve mevzuat birlikte değerlendirildiğinde somut olayda hükümlü ile ceza davası dosyasında kendisini temsil eden özel vekilin arasındaki vekâlet ilişkisinin hükmün kesinleşmesiyle birlikte sona erdiği yönünde varılan sonucun kanunilik ölçütünü karşıladığı söylenemez. Ayrıca bu yaklaşımı kabul eden Kurum ve Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 5275 sayılı Kanun'un 59. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince başvurucu vekilinin kararın kesinleşmesinden sonra başvurucuyu kaç kez ziyaret ettiği hususunun da açıklığa kavuşturulmadığına işaret etmek gerekir. Sonuç olarak mevzuatta hükümlünün vekâletnamesi olmayan avukatıyla bile en çok üç kez görüşme hakkına sahip olduğu düzenlemesi bulunmakla birlikte Kurum ve itiraz makamı tarafından kanunda sayılan şartların varlığı araştırılmaksızın ilgili ve yeterli gerekçe ortaya konmadan ceza davası dosyasına sunulan vekâletnameye bağlı vekâlet ilişkisinin hükmün kesinleşmesi nedeniyle sona erdiği gerekçesiyle avukata hükümlü müvekkiliyle görüşme izni verilmemesi şeklindeki müdahalenin kanunilik ölçütünü karşılamadığı değerlendirilmiştir. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. (Başvuru Numarası: 2020/33666)

Yukarıda izah edilmeye çalışıldığı üzere avukat ile müvekkili arasında vekalet ilişkisinin müvekkil hakkında kurulan hükmün kesinleşmesiyle sona erdiğini gösteren herhangi bir ceza normu bulunmamaktadır. Bu kapsamda vekalet sözleşmesi ya da vekaletname müvekkil ile avukat arasındaki avukatlık ilişkisini ispat vasıtası taşıyabilir. Ayrıca hükümlünün vekaletname olmadan en fazla 3 avukatı ile görüşebileceği kuralının ispatı da tartışmalıdır. Avukatın infaz kurumunda müvekkili ile görüşmesi için vekaletname olmasını zorunlu kılan bir kanun maddesi de yoktur. CMK madde 149/3 gereği müdafinin şüpheli ya da sanıkla soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında sanık ya da şüpheli infaz kurumunda olsun olmasın görüşebileceği açık ve net bir şekilde düzenlenmiştir. CMK bu kurala bir istisna getirmemiştir. Bununla birlikte infaz kanunu madde 86/3 uyarınca sıfatı ne olursa olsun herkes infaz kurumuna girerken duyarlı kapıdan geçmek zorundadır. Bununla birlikte avukat ve müvekkili arasındaki avukatlık sözleşmesinin yazılı olması da söz konusu sözleşmenin var olması için zorunlu değildir.

5275 sayılı Kanun’un “Tutukluların hakları” kenar başlıklı 114 üncü maddesinin beşinci fıkrasına göre;

“Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz.”

Hükümlülerin telefonla haberleşme hakkı ile ilgili bu düzenlemelerin dışında tutkuluların telefonla haberleşme hakkı ile ilgili ayrı bir düzenlemenin bulunduğu buna göre; 23.07.2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine göre; Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet Başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler.

6. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 114 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre; Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir.

7. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 115 inci maddesine göre; Tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinın güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması tedbirinin uygulanabileceği öngörülmüştür.

8. 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alman Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 114 üncü maddesinin üçüncü fıkrası ve aynı Kanun’un 115 inci maddesi birlikte değerlendirildiğinde, telefonla haberleşme hakkı ve bunun kısıtlanması ile ilgili tutuklular ile ilgili ayrı bir düzenlemenin bulunduğu, bu düzenlemelere göre tutukluların telefonla haberleşme hakkının şartları gerçekleştiğinde soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabileceği, idarenin bu konuda takdir yetkisinin bulunmadığı görülmektedir.

9. 5275 sayılı Kanun’un 66 ncı maddesinde hükümlülerin telefonla haberleşme hakkının açıkça düzenlendiği ancak bu hakkın kullanımına ilişkin esas ve usullerin yönetmelik ile belirleneceğinin hüküm altına alındığı, konu ile ilgili Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmeliğin 74 üncü maddesinde kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin telefonla görüşebileceği kişilerin sınırlı olarak eş, dördüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlar ile vasisi olarak sayıldığı, hükümlülerin avukatları ile telefonla görüşme hakları bulunduğuna ilişkin yasal bir düzenlemenin bulunmadığı, 5275 sayılı Kanun’un 114 üncü maddesinin beşinci fıkrasıyla tutukluların müdafii ile haberleşmesine ilişkin getirilen ve tutukluların savunma haklarını kullanmalarının kolaylaştırılmasına yönelik olduğu değerlendirilen ek güvencenin hukuki açıdan statüsü farklı olan hükümlüler hakkında da uygulanmasının mümkün olmadığı anlaşılmakla, kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma talebi incelenen dosya kapsamına göre yerinde görülmüştür. YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2023/15 Karar Numarası: 2023/399 Karar Tarihi: 10.02.2023

“Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelikte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir…”

14. 29/3/2020 tarihli ve 301083 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) “İdare ve gözlem kurulunun görev ve yetkileri” başlıklı 28. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (f) bendi şöyledir:

” (1) İdare ve gözlem kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir:…

f) Tehlikeli hâli bulunan ya da örgüt mensubu olan hükümlülerle ilgili olarak, ” (1) İdare ve gözlem kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir:…

f) Tehlikeli hâli bulunan ya da örgüt mensubu olan hükümlülerle ilgili olarak,telefon görüşmeleri ile radyo, televizyon yayınları ve internet olanaklarından yararlanma hakkının kısıtlanmasına karar vermek…”

15. Yönetmelik’in “Telefonla görüşme hakkı” başlıklı 74. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

(1) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, dördüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir.

(2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:

a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır.

b) Disiplin cezaları olsa bile, anne, baba, eş, çocuk ve kardeşlerin ölüm veya ağır hastalıkları veya doğal afet hâllerinde, hükümlülerin telefon görüşme hakları hiçbir şekilde engellenemez.

e) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir.

f) Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Deprem, salgın hastalık, doğal afet gibi zaruri hâllerde Bakanlık kararı ile telefon ile görüşme süresi ve sayısı artırılabilir.

g) Görüntülü telefon görüşmesi yapılmasına imkan sağlayan teknik alt yapının kurulu bulunduğu Bakanlıkça belirlenen kurumlarda, haftalık görüşme süresi otuz dakika olarak uygulanır. Bu sistem oda veya koğuş içine ya da idarece uygun görülen diğer yerlere kurulabilir. Haftalık ziyaret hakkını kullanmayan hükümlülerin bir sonraki haftalık telefon görüşme süresine ayrıca otuz dakika ilave edilir ve bu süre devredilemez. Bu kapsamdaki görüşmeler aynı hafta içerisinde toplam üç görüşmeyi aşmamak koşuluyla bölünmek suretiyle de yapılabilir. İlave edilen otuz dakika için üç görüşme hakkı daha verilir. Bu görüşmeler görüntülü ve sesli olarak yapılabileceği gibi sadece sesli olarak da yapılabilir. (Ek cümleler:RG-12/11/2021-31657-CK-4773/28 md.) Çocuk hükümlüler ile sıfır-altı yaş grubunda çocuğu bulunan kadın hükümlüler hakkında bu bentte düzenlenen telefonla görüşme süresi iki kat olarak uygulanır. Hükümlülere mensubu bulundukları dinin bayramlarında kullanılmak üzere otuz dakika ilave görüşme hakkı verilir.

ğ) Terör ve çıkar amaçlı suç örgütü üyeleri, görüntülü görüşme ve görüşme süresinin uzatılmasına ilişkin bu haktan kurumdaki tutum, davranış, eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine katılma gibi durumları göz önünde bulundurularak idare ve gözlem kurulu tarafından yapılacak değerlendirmeye göre yararlandırılabilir.

h) Tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler on beş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile sadece sesli olarak görüşebilir…” Başvuru Numarası: 2022/60965

 Öncelikle ceza infaz kurumlarının güvenliğinin ve düzeninin sağlanması gibi makul sebeplerle sınırlı olmak üzere mahpusların dışarıyla ve aileleriyle hangi yollarla nasıl iletişim sağlayacakları konusunda kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu bağlamda mahpusların dışarıyla ve aileleriyle iletişimini sağlayacak, açık ve kapalı ziyaret, mektupla ve telefonla haberleşme gibi imkânlara yeterince sahip olup olmamaları önem taşımaktadır. Bu bağlamda aile hayatına saygı hakkı ile haberleşme hürriyeti dışarı ile yeterli iletişim sağlamaya elverişli asgari imkânların oluşturulması dışında hükümlü ve tutukluların ayrıca görüntülü görüşme yapmalarını zorunlu kılacak açık bir güvence sağlamamaktadır. Bu nedenle görüntülü görüşmenin hak olarak düzenlenmesi ve şartları yönünden devletin geniş takdir yetkisine sahip olduğu söylenebilir. Bu durumda yukarıda belirtilen içtihat ve ilkelerden hareketle (bkz.§§ 17, 30-31)mahpusun dışarıyla iletişiminin sair yollarla yeterli düzeyde sağlanması hâlinde telefonla görüntülü görüşme hakkına getirilecek bir müdahalenin doğrudan aile hayatına saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlali sonucunu doğurmayacağının altı çizilmelidir. Diğer yandan tutuklu ve hükümlülerin telefonla görüşme hakkının olduğu 5275 sayılı Kanun'da kabul edilmiş, bununla birlikte bu hakkın tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabileceği belirlenmiştir. Anılan Kanun'da görüşmenin sesli ya da görüntülü olarak yapılmasına dair bir belirleme olmamakla birlikte bu hakkın nasıl yararlandırılacağının Yönetmelik ile düzenleneceği belirtilmiştir. Yönetmelik ile de bu hakkın sesli ve görüntülü görüşme şeklinde kullanılabileceği düzenlenmiştir. Yönetmelik'te görüntülü görüşmenin yaptırılabilmesi için öncelikle teknik alt yapının tamamlanmış olduğunun Bakanlık tarafından tespiti gerektiği, haftalık ziyaret hakkını kullanmayan hükümlülere ilave görüşme hakkı verileceği ancak görüşmelerin sadece sesli de yaptırılabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte terör ve çıkar amaçlı suç örgütü üyelerinin görüntülü görüşmeye ve görüşme süresinin uzatılmasına ilişkin haktan yararlanabilmeleri, teknik alt yapının kurulması şartı ile birlikte diğer mahpuslardan farklı olarak öncelikle idare ve gözlem kurulunun bu yönde bir karar almasına bağlı olduğu anlaşılmaktadır (bkz. §§ 13-15).  Yönetmelik, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü üyeliğinden mahpus olanların görüntülü görüşmeden yararlandırılması konusunda karar alma yetkisini sadece Kurula tanımıştır. Kurulun, kendisine tanınan takdir yetkisini kullanırken mahpusun tutum ve davranışlarını, kurumun güvenliğini ve disiplinin sağlama yükümlüğü ile kurumun fiziki koşulları gibi hususları da gözönünde bulunduracağı mevzuattan anlaşılmaktadır. Bununla birlikte anılan yetkiye bağlı kararların denetime elverişli, ilgili ve yeterli gerekçe içermesi gerektiği vurgulanmalıdır. Bu zorunluluk idarenin kendisine tanınan takdir yetkisini objektif olarak kullanıp kullanmadığının ve keyfî veya olaya uygun düşmeyen bir değerlendirmede bulunup bulunmadığının yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilmesi açısından da elzemdir. Aksi bir uygulamanın somut olayın koşullarına göre aile hayatına saygı ve haberleşme hürriyetinin ihlaline yol açabileceği vurgulanmalıdır.  Bu genel açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde ilgili mevzuata göre terör örgütüne üye olmak suçundan hükümlü olan başvurucunun görüntülü görüşme hakkından yararlanabilmesi için bulunduğu suç grubuna yönelik görüntülü görüşme alt yapı sisteminin kurulmuş olması ve- iyi hâlli olduğunun tespitiyle- görüşme yapabileceğine dair Kurul tarafından karar verilmiş olması gerekir. Başvurucun hakkında iyi hâlli olduğuna dair sonradan karar verilmişse de içinde bulunduğu suç grubuna yönelik görüntülü görüşme sağlayan alt yapının kurulmadığı gerekçesiyle görüntülü görüşme yaptırılmadığı açıktır. Başvurucu; teknik alt yapının kurulduğunu diğer suçlardan mahpus olanların görüntülü görüşme yapabilmeleriyle açıklasa da Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün yazısından suç gruplarına özgü tanımlamaların yapılarak alt yapının terör suçlarından mahkûm olanların kullanıma hazır hâle getirilmediği, bu konuda yazılım ve donanım geliştirme sürecinin devam ettiği anlaşılmaktadır (bkz.§ 12). Başvurucunun talebi de terör ve çıkar amaçlı suç örgütü üyeliğinden mahkûm olanlar yönünden farklı bir teknik alt yapının henüz kurulmamış olmasından dolayı reddedilmiştir. Açıklandığı üzere terör ve çıkar amaçlı suç örgütü üyeliğinden mahkûm olan kişilerin görüntülü görüşmeden faydalanmasının farklı bir teknik alt yapıyı gerektirdiği ve başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde söz konusu alt yapının kurulu olmadığı açıktır. Dolayısıyla anılan hakkın teknik alt yapının hazır olmasına bağlı olarak kullandırılabileceği dikkate alındığında başvurucuya ya da içinde bulunduğu suç grubuna özgü bir muamelenin varlığından söz edilemeyeceği, fiziki şartlar oluşmadan Ceza İnfaz Kurumundan hakkın kullandırılmasına ilişkin olumlu bir karar almasının da beklenemeyeceği söylenebilir. Bununla birlikte başvurucunun telefonla sesli görüşme yapabildiği; ayrıca aile fertleri ve yakınlarıyla, kısaca dışarıyla haberleşmesinin bütünüyle engellendiğine ya da idarenin tasarruflarından kaynaklı olarak dışarıyla, ailesiyle yeterli iletişim kuramadığına dair bir iddiasının da bulunmadığı görülmüştür.  Açıklamalarla birlikte ceza infaz kurumunda görüntülü görüşme teknik alt yapı sisteminin tamamlanmasından sonra başvurucunun idare ve gözlem kuruluna yeniden başvuru yapabileceği de gözetildiğinde Anayasa'nın 10. maddesi ile 20. ve 22. maddelerinde güvence altına alınan hak ve ilkeler yönünden başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU Başvuru Numarası: 2022/60965

Başvurucu, 5275 sayılı Kanun’un 114. maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince tutuklunun müdafi ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde görüşmesine engel olunamayacağının esas olduğunu belirterek, avukatı ile telefonla görüşmesinin engellenmesinin yasal bir dayanağı olmadığını ileri sürmüştür.Anayasa ve Sözleşme herkesin haberleşme hürriyetine sahip olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, cezaevinde tutuklu bulunan kişilerin de haberleşme hürriyetine sahip olduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak haberleşmenin hangi araçlarla yapılacağı Anayasa ve Sözleşme’de açık bir şekilde belirtilmemiştir. Anayasa ve Sözleşme’nin haberleşme vasıtalarının tespiti için suskun kalmasının, her türlü haberleşmenin bu kapsamda kabul edilebileceği sonucunu doğurduğu söylenebilir. Bununla birlikte cezaevleri açısından haberleşme hürriyetinin belirlenmesi açısından kamu makamlarının takdir marjının daha geniş olması cezaevinin niteliği ve amacı bağlamında kabul edilebilir bir durumdur. Bu bağlamda cezaevinde tutulan hükümlü ve tutuklular açısından haberleşme hürriyetinin kapsamının her türlü iletişim aracını içermeyeceği açıktır. Hükümlü ve tutuklular açısından haberleşme hürriyetini tamamen ortadan kaldıracak boyutta olmadığı ve cezaevinin güvenliği ve düzeni çerçevesinde somut olayların özellikleri incelenerek yapılan müdahalenin haberleşme hürriyetini ihlal edip etmediği değerlendirilecektir. Bu bağlamda temel yaklaşım hükümlü ve tutukluların dış dünya ile temaslarının desteklenmesi olmalıdır. .Özellikle diğer haberleşme yollarının kullanılabildiği ve yeterli olduğu durumlarda, Anayasa’nın 22. maddesi ve Sözleşme’nin 8. maddesinin, hükümlü ve tutukluların telefonla görüşmesini güvence altına aldığı şekilde yorumlanması mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM karaları için bkz. A.B./Hollanda, B. No: 37328/97, 29/1/2002, ss 92-93). Burada dikkat edilecek nokta hükümlü ve tutukluların dış dünya ile haberleşmesinin sağlanmasında kamu otoritelerinin takdir marjının geniş yorumlanması gerektiğidir. Haberleşme yöntemlerinden bir veya birkaçının kullanılma ve yeterli olması durumunda hükümlü ve tutukluların telefonla görüşmesine izin verilmemesi tek başına haberleşme hürriyetinin ihlali olarak değerlendirilemez. Ancak Anayasa’nın 22. maddesi kapsamında hükümlü ve tutuklulara diğer haberleşme araçları ile birlikte telefon ile görüşme imkânı verilmesi halinde bu özgürlüğe yapılacak sınırlandırmaların her halükarda kanunla, meşru bir amaçla ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun şekilde yapılması ve ölçülü olması gerekmektedir.5275 sayılı Kanun’un 66. maddesi kapsamında hükümlü ve tutuklulara telefonla iletişim imkânı da verilmiştir. Somut olay açısından tutukluların telefonla görüşmesi de aynı Kanun’un 116. maddesinde belirtilen ve hükümlülerin hakları, kısıtlamaları ve yükümlülüklerini içeren bazı maddelerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanlarının tutuklular hakkında da uygulanabileceği kuralı uyarınca başvurucu açısından da geçerlidir. Nitekim başvurucunun telefonla görüşme esasları da ayrıca Yönetmelik’in 66/A maddesi gereğince açıklığa kavuşturulmuştur. Dolayısıyla hükümlü ve tutukluların haberleşme hürriyeti kapsamında telefon ile görüşmenin de olduğunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Haberleşme hürriyeti çerçevesinde hükümlü ve tutukluların avukatları ile görüşmesi ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konudur. Tüm hükümlü ve tutuklular Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararlarında da belirtildiği üzere, hukuki danışmanlık alma hakkına sahiptirler (bkz. s 28). Bu çerçevede hükümlü ve tutuklulara makul kolaylıklar sağlanması cezaevi yönetiminin yükümlülüğüdür. Ancak bu yükümlülüğün hangi iletişim araçları ile gerçekleştirileceğine dair anılan tavsiye kararlarında da somut bir yol gösterilmemiştir. Bunun tespiti kamu otoritelerinin sorumluluğundadır. Hükümlü ve tutukluların avukat veya müdafi ile görüşmesi 5275 sayılı Kanun’da ayrı maddelerde düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 59. maddesinde hükümlülerin avukat ile görüşmesi düzenlenmiştir. Tutuklular hakkında ise aynı Kanun’un “Tutukluların hakları” başlıklı 114. maddesinin (5) numaralı fıkrasında tutukluların müdafi ile olan haberleşmesine ve kuram düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamayacağı ve kısıtlamalar konulamayacağı belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 116. maddesinde belirtilen ve tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olması kaydıyla 59. maddede belirtilen hükümlülerin avukatları ile görüşme usulü tutuklular açısından da kabul edilmiştir. Başvuru konusu olayda olduğu gibi askeri cezaevleri açısından 353 sayılı Kanun’un 244. maddesinde aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde cezalar ve güvenlik tedbirlerinin infazında 5275 sayılı Kanun’un ilgili hükümlerin uygulanacağı ve cezaların askeri ceza ve tutukevlerinde ne suretle infaz edileceğinin Milli Savunma Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikte gösterileceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla başvuru konusu olayda başvurucunun askeri cezaevinde tutulması, uygulanacak Kanun maddeleri açısından herhangi bir farklılık yaratmamaktadır. Başvuru konusu olayda, başvurucunun avukatıyla telefonda görüşme talebi, Komutanlık tarafından 5275 sayılı Kanun’daki düzenlemeler esas alınarak reddedilmiştir (bkz. s 11). Aynı şekilde, başvurucunun Komutanlığın ret kararma karşı ve anılan Yönetmeliksin iptaline hükmedilmesi talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açtığı davada da Mahkeme, 5275 sayılı Kanun’u temel alarak Yönetmelik’in hukuka uygunluğunu değerlendirmiştir. Yukarıda belirtilenler ışığında hükmen tutuklu başvurucunun telefonla görüşme imkânına sahip olduğu açıktır. Ayrıca hükmen tutuklu başvurucunun müdafısi ile görüşmesi hususunda da herhangi bir yasal engel bulunmamaktadır. Ancak telefon ile haberleşme imkânının müdafisi ile görüşmeyi de kapsayıp kapsamadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Temel hak ve özgürlükler alanında yasama organının, keyfiliğe izin vermeyen, öngörülebilir düzenlemeler yapma zorunluluğu vardır. İdareye keyfi uygulamalara meydan verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınması Anayasa’ya aykırı olabilecektir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli görülemez, aynı zamanda kanunların niteliğine de bakılmalıdır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir alanda kanunun emrine dayanarak yürütme organınca alınacak önlemler objektif nitelik taşımalı ve idarenin keyfî uygulamalarına sebep olacak geniş takdir yetkisi vermemelidir (Bkz. AYM, E.1984/14, K.1985/7, K.T. 13/6/1985). Öte yandan Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerektiğini ve Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlemesini öngördüğü konularda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakmasının yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağını kabul etmiştir (AYM’nin 30/10/2014 tarih ve E.2014/133, K.2014/165 sayılı kararı). Bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına yönelik yapılacak kanuni düzenlemelerde kanun koyucunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirledikten sonra diğer ayrıntıların düzenleyici işlemler ile belirlenebileceği kabul edilmiştir. Aksi bir durumda temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi hükmüne de aykırılık oluşturacaktır. .Anayasalın 22. maddesinde tanımlanan haberleşme hürriyetinin, diğer haberleşme imkânlarının sağlandığı durumlarda hükümlü ve tutukluların münhasıran telefon ile görüşmesini güvence altına aldığından bahsedilemez (bkz. s 55). Bununla birlikte somut olayda hükmen tutuklu olan başvurucunun 5275 sayılı Kanun’un 116. maddesi delaletiyle 66.maddesi gereğince telefonla haberleşmesinin güvence altına alınması karşısında bunun Anayasa’nın 22. maddesi kapsamında olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Anayasa’mn 22. maddesi temelinde 5275 sayılı Kanun’daki düzenlemeler gereğince güvence altına alınan telefonla görüşme imkânının tutukluların müdafisi ile görüşmesini kapsayıp kapsamayacağı belirlenmelidir. 5275 sayılı Kanun’un 114. Maddesinin (5)numaralı fıkrasında tutuklunun müdafisi ile haberleşmesinin engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı belirtilmiştir. Haberleşme kavramının içinde telefonla haberleşmenin de bulunduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olayda hükmen tutuklu olan başvurucunun müdafisi ile telefonla haberleşmesine engel olunamayacağı ve kısıtlanamayacağı kabul edilmiştir. Bunun dışında 5275 sayılı Kanun’da ve Yönetmelik’te hükmen tutuklu başvurucunun müdafisi ile telefonla görüşemeyeceğine dair bir hüküm de bulunmamaktadır. Nitekim başvurucunun müdafisi ile telefonla görüşme talebini reddeden Komutanlık ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gerekçe olarak hükümlü ve tutukluların telefonla görüşmesinin kayda alındığı ve müdafi ile görüşmenin gizli olduğundan başvurucunun müdafisi ile telefonla görüşmesine izin verilemeyeceğini kabul etmiştir (bkz. s 11, s 16). Ayrıca hükmen tutuklu olan başvurucunun müdafisi ile telefonla görüşmesine izin veren herhangi bir açık düzenleme olmaması gerekçe gösterilmiştir. Somut olayda, cezaevinde haberleşme hürriyetinin kullanılabilmesi için açık bir düzenleme olması gerektiği ve gizli görüşmenin kayda alınamayacağı gerekçesi ile başvurucunun avukatı ile telefonla görüşmesine izin verilmemiştir. Başka bir ifade ile tutuklunun müdafısi ile telefonla görüşmesi hususunda yasaklayıcı bir hüküm bulunmamasına rağmen, müdafi ile telefonla görüşmenin düzenlenmemiş olması gerekçesi ile haberleşme hürriyetinin engellenmesi söz konusudur. Ancak bu gerekçenin 114. maddenin (5) numaralı fıkrasındaki açık düzenleme karşısında makul olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Nitekim anılan Kanun hükmü karşısında asıl olanın bir tutuklunun müdafısi ile haberleşmesinin hiçbir suretle engellenmemesi ve kısıtlanmamasıdır. Haberleşmenin kapsamının telefonla iletişimi de içereceği 5275 sayılı Kanun’un 66. maddesinde kabul edildiği açıktır. 5275 sayılı Kanun’un 66. maddesi ve 114. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki düzenlemeler karşısında hükmen tutuklu başvurucunun, avukat ile telefonla görüşmesinin telefon görüşmelerinin kayda alındığı ve avukat ile görüşmeye yönelik açık bir düzenleme olmadığı gerekçesi ile engellenmesinin kanunilik ilkesini karşıladığından bahsedilemez. Sonuç olarak anılan Kanun hükümleri çerçevesinde hükmen tutuklu başvurucunun avukatı ile telefon vasıtasıyla görüşmesinin engellenebilmesi için yeterli bir yasal bir düzenleme olduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun müdafi ile telefonla görüşmesinin engellenmesinin Anayasa’nın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşme hürriyetini ihlal ettiğine karar verilmesi gerekir. ANAYASA MAHKEMESİ BİREYSEL BAŞVURU Başvuru Numarası: 2013/6693 Karar Tarihi: 16.04.2015

"...Ceza yargılamasının temel ilkelerinden birini oluşturan 'vasıtasızlık-doğrudan doğruyalık' ilkesi CMK'nun 193/1. maddesinde yer alan 'Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz' düzenlemesi ile vücut bulmuştur. Bu düzenleme gereğince yasal istisnaları hariç olmak üzere duruşmada hazır bulunmayan sanık hakkında yargılama yapılamaz. Ceza yargılamasının en önemli usuli işlemlerinden birisi olan sorgunun ne şekilde yapılacağı hususu da CMK'nun 196. maddesinde düzenlemiş olup, 'vasıtasızlık' ilkesinin istisnalarından birisi CMK'nun 196/2. maddesinde yazılı olduğu üzere alt sınırı 5 yıldan az hapis cezası gerektiren suçlar yönünden sanığın sorgusunun istinabe ile yapılabilmesine olanak sağlanmıştır. Bunun dışındaki suçlar yönünden ise istinabe yasağı söz konusu olup, sanığın mahkeme huzurunda bulundurulmasını zorunlu kılmaktadır. Sanığın mahkeme huzuruna fiziken çıkarılamadığı durumlarda ise CMK'nun 196/4. maddesi gereğince 'Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre sanığın aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle sorgusunun yapılabilmesi olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak sorgu yapılır.' düzenlemesine istinaden sanığın sorgusunun yapılması, diğer duruşmalara ise iştirakinin sağlanması mümkün kılınmıştır. Madde gerekçesine göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde konu edilen 'adil yargılanma hakkı' ilkesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konudaki kararı gözetilerek, hâkimlerin hüküm vermeden önce sanığı bizzat görmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. SEGBİS, hem duruşma salonunda bulunanların sanığı, hem de sanığın duruşma salonunda bulunanları aynı anda görüp duyabildiği sesli ve görüntülü bir iletişim sistemidir. Bu hâliyle CMK'nun 196/4. maddesinde yazılı koşulları sağlayan bir sistemdir. Sistemin kullanılması ile sanıkların bir yerden bir yere nakillerinde karşılaşılan güçlüklerin, gecikmelerin ve hak kayıplarının önüne geçilerek yargılamanın süratle tamamlanması sağlandığı gibi, sistem sayesinde duruşmaya katılan sanıkların yargılamanın vasıtasızlık ilkesine uygun olarak kendilerin savunma imkânları da sağlanmış olacaktır. SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılan sanık, o celsede dinlenen tanık veya bilirkişilere soru sorabilecek, varsa beyanlara itirazlarını dile getirebilecektir. Bu hâliyle sistemin kullanımı, ceza yargılamasının temel bir ilkesi olan 'vasıtasızlık- doğrudan doğruyalık' ilkesini desteklemektedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 15.12.2015 gün ve 138631 sayı ile; YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas Numarası: 2016/639 Karar Numarası: 2017/339 Karar Tarihi: 20.06.2017

Mahkemenin yargı çevresi dışında bulunan veya mahkemede hazır bulunamayan kişilerin (sanık, tanık, şikâyetçi, katılan vs.) görüntülü ve sesli iletişim tekniğiyle dinlenilmesi ve ifadelerinin video kaydına alınması imkân sağlayan SEGBİS; istinabe yönteminin sakıncalarını gidermekte, doğrudan doğruyalık ile yüz yüzelik ilkeleri ile A.İ.H.S’nin 6. maddesinde düzenlenen ‘adil yargılanma’ ilkesi gereği ifadesi ya da savunması alınacak kişilerin bizzat mahkemesince dinlenebilmesine, hüküm vermeden önce hâkimin sanığı bizzat görebilmesine olanak sağlamaktadır. Aynı zamanda millete ve devlete, kamu barışına karşı işlenen suçlar ile benzer nitelikli suçlardan tutuklu bulunanların, cezaevi aracı ile esas mahkemeye nakillerinde ciddi güvenlik önlemleri alınması gerekmekte, firar etme veya saldırıya uğrama riski bulunmakta olup bu tarz suçlar ile mücadele edilirken, bazı davalarda, kamu güvenliği ve düzeninin korunması ve benzeri başka suçların işlenmesinin önlenmesi amacıyla bu kapsamdaki tedbirlerin alınması gerekli olabilmektedir. Bu manada, yargılama makamının yargı çevresi dışında cezaevinde bulunan kişilerin bir an önce hâkim önüne çıkarılması ve haklarında ‘makul süre’de karar verilebilmesi olanağı tanıyan SEGBİS, kişi haklarının ihlalinin önlenmesi yanında cezaevi aracı ile duruşma salonuna nakillerde kaza, terör gibi nedenlerle meydana gelebilecek zararları da önleyebilecek nitelikte olup tutuklunun mensubu olduğundan şüphe edilen suç örgütü veya terör örgütü ile tekrar irtibata geçme riskini de azaltmaktadır. Böylelikle Anayasanın 141. maddesinin son fıkrası gereği yargı organlarının yargılamanın en az gider ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasına ilişkin görevinin daha etkin olarak yerine getirilmesinde fayda sağlayan SEGBİS, A.İ.H.S’nin 5. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen ‘makul sürede hâkim önüne çıkarılma’ ve 6. maddesinin birinci fıkrasında yer verilen ‘kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan mahkeme önünde makul sürede yargılanma’ ilkelerine hizmet etmektedir. Sanık hazır olmaksızın duruşma yapılamayacağı kuralını düzenleyen CMK’nun 193. maddesinin birinci fıkrası, sanıkların sorguya çekilmesi bakımından doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkelerini kabul etmiş olup, ana kural niteliğindedir. CMK’nun 196/1. maddesinde ise daha önceden sorguya çekilmiş olmak kaydıyla vareste tutulma talebi bulunan sanığın duruşmalara katılmayabileceği hususu düzenlenmiş, aynı Kanunun 196/2. maddesinde de alt sınırı beş yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda sanığın istinabe suretiyle sorguya çekilebileceği düzenlenerek doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkelerine kapsamlı bir istisna getirilmiştir. Böylelikle kanun koyucu, ciddi suçlar yönünden sanığın istinabe yoluyla sorguya çekilmesini yasaklayarak, bu suçlar yönünden doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkelerini olmazsa olmaz birer ilke olarak kabul etmiştir. Öte yandan, CMK’nun 94/2. maddesi gereğince hakkında yakalama emri çıkarılan sanığın sorgusunun SEGBİS ile alınabilmesi bakımından yakalama emrinin konusu oluşturan suçun alt sınırı yönünden CMK’nun 196. maddesinin ikinci fıkrasında olduğu gibi bir ayrım yapılmamıştır. Yakalanması üzerine en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılamayan sanığın, hakkındaki yakalama emrine konu olan suçun alt sınırının beş yıl ve daha fazla hapis cezası olup olmadığına bakılmaksızın sesli ve görüntülü iletişim sisteminin kullanılması suretiyle sorgusu yapılacaktır. CMK’nun 180/5. maddesi de, duruşmada hazır bulunmasına olanak bulunmayan veya yargı çevresi dışında bulunan tanık ve bilirkişinin SEGBİS ile dinlenebilme olanağının varlığı halinde istinabe yöntemi ile değil, SEGBİS ile dinlenmesini zorunlu kılmıştır. CMK’nun 180/5 ve 196/4. maddelerini benzer şekilde düzenleyen kanun koyucu, SEGBİS ile ifade alma imkânın bulunduğu hâllerde artık istinabe yöntemi ile sanık, tanık ve bilirkişinin dinlenemeyeceğini hüküm altına almıştır. Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği gibi uluslararası organizasyonlar da, tanık ve bilirkişinin dinlenmesine ilişkin adli yardımlaşma talebinin yerine getirilmesinde görüntülü ve sesli iletişim tekniği kullanımına izin vermektedir. Böylelikle, sanık çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak mağdur, tanık ve bilirkişiye soru sorma veya sordurma olanağına sahip olmaktadır. Bu bakımdan uluslararası hukuk da görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılmasına cevaz vermektedir. SEGBİS ile sanık ve diğer taraflar görüntülü biçimde esas hakkında hükmü verecek mahkemeye canlı bağlanmakta, sanık, mahkeme heyeti, diğer yargılama sujeleri birbirlerini rahatlıkla görüp karşılıklı soru sorabilmektedirler. Mahkeme de sanık ve diğer tarafları canlı gözlemleyebilmektedir. Buna göre, CMK’nun 94/2. maddesinin düzenleniş şekli, CMK’nun 180/5 ve 196/4. maddelerinin tanzim edilme biçimleri ve bu maddelerin gerekçeleri, bu sistemin uluslararası hukukta kabul edilen bir sistem olması ve SEGBİS’in sanığın bizzat huzurda yaptığı savunmadan mekan haricinde bir farkı bulunmadığı nazara alındığında; kanun koyucunun SEGBİS’i bir istinabe yöntemi olarak düzenlemediği sonucuna varılmalıdır. Bu anlamda doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkelerini ihlal etmenin aksine bu ilkeleri destekleyen SEGBİS kullanılmak suretiyle alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar açısından da sanığın sorgusunun yapılabileceği kabul edilmelidir. CMK’nun 154 ve CGTİHK’nun 114. maddeleri gereği müdafii ile haberleşebilen ve kurum düzeni çerçevesinde konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda müdafii ile temas ve görüşmelerde bulunabilen tutuklu sanık, bu haklarını SEGBİS ile sorgusunun yapılacağı hâllerde de kullanabilecektir. Böylelikle sanık, CMK’nun 149/3. maddesindeki hakları zedelenmeksizin müdafii ile temas ve görüşmelerde bulunabilecektir. Ayrıca SEGBİS ile yapılan oturumda, duruşma salonda hazır bulunan müdafiin cezaevindeki sanığın yanında yer alması için bir avukatı yetkilendirmesine veya aksine cezaevindeki sanığın yanında bulunan müdafiin yetkilendirdiği bir avukatı duruşma salonuna göndermesine yasal bir engel bulunmamaktadır. Yine yerel mahkemenin, cezaevindeki sanığın yanına veya duruşma salonuna baro vasıtasıyla bir müdafii tayin etmesini sınırlandıran bir düzenleme de bulunmamaktadır. Bu bakımdan, yargı çevresi dışındaki bir cezaevinde tutuklu olan ve CMK’nun 196/4. maddesi gereğince SEGBİS ile savunma yapma imkânı tanınan sanığın, müdafii ile görüşebilme ve onun hukuki yardımından yararlanabilme hakları zedelenmemektedir. Bu açıdan olağanüstü hâl dönemi dışında SEGBİS ile savunma yapma imkânı tanınan tutuklu sanık ile müdafiin bir araya gelip görüşme, müdafiin sorgu süresince sanığın yanında bulunma talebinin gereği yerine getirilmeden yargılamaya devam edilerek sanığın mâhkumiyetine karar verilmesi durumunda savunma hakkının kısıtlandığı kabul edilmelidir. Fakat yargılama çevresi dışında tutuklu bulunan ve SEGBİS ile savunma yapma imkânı tanınan sanık ile müdafiin bir araya gelip görüşme talebi veya sorgu süresince müdafiin sanığın yanında bulunma istemi yoksa ya da bu husustaki talep doğrultusunda yerel mahkemece işlem yapılmış ise, savunma hakkının kısıtlanmış olduğundan söz edilemeyecektir. Nitekim AİHM’de 05.10.2006 günlü …. v. İtalya davasında; başvuran sanığın duruşmalara video konferans yöntemiyle katılımının sağlanmasında kargaşanın ve suçun önlenmesi, mağdur ve tanıkların yaşam, özgürlük ve güvenlik haklarının korunması ve adli işlemlerde ‘makul süre’ gerekliliklerine uyulması gibi hususlar sebebiyle A.İ.H.S uyarınca meşru bir amaç güdüldüğünü belirtmiştir. Maddi vakıa değerlendirmesi yapıp olayı bütün yönleriyle yeniden ele alan ve mahkûmiyet veya beraat hükmü verme yetkisi bulunan istinaf mahkemesinde yapılan duruşmalara video konferans yöntemiyle katılımı sağlananan sanığın mahkemede hazır bulunma şartının gerçekleşmiş sayılacağı anılan AİHM kararında vurgulamıştır. (…. /İtalya, B. No: 45106/04, 05/01/2007,). Benzer şekilde Anayasa Mahkemesi de, SEGBİS’in kullanılması ile sorgu yapılma olanağının bulunması hâlinde bu yolla sanığın sorgusunun yapılmasının emredici hükme bağlandığı, bu sistem ile ifadesi alınanların duruşma salonundakileri görebilme ve söylenenleri duyabilme imkânı bulunduğu, sorgu, ifade alma ve beyanda bulunma gibi yargısal işlemlerin karşılıklı olarak gerçekleştirilebildiği ve söz konusu sistem vasıtasıyla yapılan yargılamada yüz yüzelik ilkesinin sağlanmış olduğu sonucuna ulaşmıştır. (18.11.2015 gün ve 2013/2653 sayılı Erdal Korkmaz ve Diğerleri/ Resmi Gazete Tarih-Sayı: 30.12.2015-29578) Buna göre; sanığın duruşma salonundakileri görebilmesine ve söylenenleri duyabilmesine, tutuklu bulunduğu yerden savunma yapabilmesine ve hâkim ile diğer yargılama sujelerinin de sanığı duyabilmesine ve görebilmesine imkân tanıyıp, yargısal işlemleri karşılıklı gerçekleştirme olanağı sağlayan SEGBİS ile alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda da sanığın sorgu işlemi gerçekleştirilebilecektir. SEGBİS ile yapılan sorguda, müdafiinin tutuklu sanığın yanında cezaevinde bulunma isteminde bulunmadığı ya da bu nitelikteki talep ve istemlerin yerel mahkemece yerine getirildiği, bu manada sanığın müdafiiyle üçüncü kişiler tarafından dinlenilmeden görüşme ve hukuki yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine işaret eden hiçbir husus bulunmadığı durumlar ile SEGBİS’de bir arıza meydana gelip kopukluk yaşanmadığı ve bu sistem aracılığıyla savunması alınan sanığa yeterli süre ve imkânın tanındığı hâllerde, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda da sanığın sorgusunun SEGBİS yönetimi ile yapılması savunma hakkını ihlal etmeyecektir. Zira sanığın duruşma salonunda fiziksel olarak hazır bulunması savunma hakkının kullanılmasında tek etkili yol olmayıp, SEGBİS ile sorgunun yapılması esas mahkeme önünde ‘makul sürede yargılanma’ ve yaşam, özgürlük ve güvenlik haklarının korunması gerekliliklerine uygundur. Bu açıklamalara göre somut olayda; Sanığın sorgusunun CMK hükümlerine uygun şekilde 02.10.2013, 27.11.2013, 22.01.2014 ve 26.02.2014 tarihlerinde TMK’nun 10. maddesi ile görevli Van 6. Ağır Ceza Mahkemesinde yapıldığı, sanık müdafiinin mazeret bildirerek katılmadığı 26.02.2014 tarihli oturum dışında yargılama sırasında sanığın müdafii yardımından yararlandığı, TMK’nun 10. maddesi uyarınca kurulan Ağır Ceza Mahkemelerinin 06.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun gereğince kapatılması nedeniyle Van 6. Ağır Ceza Mahkemesince 17.03.2014 tarihinde dosyanın Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesine devredildiği, dosyanın Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesine devrinden sonra da sanığın Van Kapalı Cezaevinde tutukluluk hâlinin devam ettiği, tutuklu sanığın Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 08.05.2014 günlü oturumuna SEGBİS vasıtası ile katıldığı ve sanık müdafiinin de duruşma salonunda hazır olduğu, Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklu sanığın duruşmalarda hazır edilmesi için Van Kapalı Cezaevine yazılan müzekkerelerin Van ve Hakkari arasında terör eylemleri nedeniyle güvenli seyahatin sağlanamayacağı gerekçesi ile yerine getirilemediği, sanık müdafiinin de hazır bulunduğu 05.06.2014, 22.07.2014, 16.09.2014, 16.10.2014 ve 06.11.2014 tarihli oturumlarda sanığın SEGBİS ile savunma yapmak istemediği, 16.09.2014 ve 16.10.2014 tarihli oturumlarda Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünün alındığı, sanık müdafiinin esasa ilişkin savunma yapmak için süre talep etmesi nedeniyle oturumların ertelendiği, 06.11.2014 tarihli oturumda mahkemece sanığın SEGBİS ile savunmasının alınmasının yüz yüzelik ilkesine aykırılık oluşturmayacağına karar verilerek yargılamaya devam olunduğu, bu oturum da Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü açıkladığı ve sanık müdafiinin esasa ilişkin savunmasını yaptığı, böylece sorgusu yapılan ve yargılama boyunca yapılan birçok oturuma katılan sanığa son oturumda müdafii vasıtasıyla yeterince savunma imkân ve fırsatı verildikten sonra duruşmanın bittiği bildirilerek hükmün tefhim edildiği, yargılama boyunca SEGBİS’de bir arıza meydana gelmediği ve kopukluk yaşanmadığı veya sanığın müdafiiyle üçüncü kişiler tarafından dinlenilmeden görüşme ve hukuki yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğini gösterir hiçbir husus da bulunmadığı gözetildiğinde; bu uygulamanın CMK’nun 196. maddesine aykırılık teşkil etmediği gibi, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunmadığından Özel Dairenin bozma kararında isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, Yargıtay Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin bozma kararının kaldırılmasına, hükmün esastan incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir” düşüncesiyle, Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Ceza Genel Kurulu Üyesi de; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır. YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas Numarası: 2016/639 Karar Numarası: 2017/339 Karar Tarihi: 20.06.2017