TEŞHİRCİLİK

Bu makalede TCK kapsamında teşhircilik eylemi ele alınacaktır.

  • KANUN MADDESİ

Hayasızca hareketler
Madde 225- (1) Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Müstehcenlik
Madde 226- (1) a) Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri veren ya da bunların içeriğini gösteren, okuyan, okutan veya dinleten,
b) Bunların içeriklerini çocukların girebileceği veya görebileceği yerlerde ya da alenen gösteren, görülebilecek şekilde sergileyen, okuyan, okutan, söyleyen, söyleten,
c) Bu ürünleri, içeriğine vakıf olunabilecek şekilde satışa veya kiraya arz eden,
d) Bu ürünleri, bunların satışına mahsus alışveriş yerleri dışında, satışa arz eden, satan veya kiraya veren,
e) Bu ürünleri, sair mal veya hizmet satışları yanında veya dolayısıyla bedelsiz olarak veren veya dağıtan,
f) Bu ürünlerin reklamını yapan, Kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri basın ve yayın yolu ile yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden kişi altı aydan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para
cezası ile cezalandırılır.
(3) Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukları, temsili çocuk görüntülerini veya çocuk gibi görünen kişileri kullanan kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu ürünleri ülkeye sokan, çoğaltan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, ihraç eden, bulunduran ya da başkalarının kullanımına sunan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
(4) Şiddet kullanılarak, hayvanlarla, ölmüş insan bedeni üzerinde veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlara ilişkin yazı, ses veya görüntüleri içeren ürünleri üreten,
ülkeye sokan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, başkalarının kullanımına sunan veya bulunduran kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
(5) Üç ve dördüncü fıkralardaki ürünlerin içeriğini basın ve yayın yolu ile yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden ya da çocukların görmesini, dinlemesini veya okumasını
sağlayan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
(6) Bu suçlardan dolayı, tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.
(7) Bu madde hükümleri, bilimsel eserlerle; üçüncü fıkra hariç olmak ve çocuklara ulaşması engellenmek koşuluyla, sanatsal ve edebi değeri olan eserler hakkında uygulanmaz.

IX. Bilim ve sanat hürriyeti
 Madde 27 – Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz. Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir.

5326 sayılı Kanun’un “Kanunilik ilkesi” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

“(1) Hangi fiillerin kabahat oluşturduğu, kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir.

(2) Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir.”

5326 sayılı Kanun’un “Emre aykırı davranış” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “(1) Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir.

(2) Bu madde, ancak ilgili kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde uygulanabilir.”

5326 sayılı Kanun’un “Rahatsız etme” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:

“(1) Mal veya hizmet satmak için başkalarını rahatsız eden kişi, elli Türk Lirası idarî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Bu kabahat dolayısıyla idarî para cezası vermeye kolluk veya belediye zabıta görevlileri yetkilidir.”

5326 sayılı Kanun’un 37. maddesinin gerekçesi şöyledir:

“Tasarıya “Rahatsız etme” başlığı altında mal veya hizmet satışı sırasında bu amaçla kişilerin taciz edilmesi ve yüksek sesle müşteri daveti gibi uygulamaların önüne geçilmesi amacıyla yeni 37 nci madde ilave edilmiştir.”

5442 sayılı Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasının (C) bendi şöyledir:

“İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir.

Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Bu hususta alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır.”

5442 sayılı Kanun’un 66. maddesi şöyledir:

“İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. (Ek cümle: 27/3/2015 – 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”

4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 8. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Polisçe kat’i delil elde edilmesi halinde;

C) Mevzuata aykırı faaliyet gösteren genelevler, birleşme yerleri ve fuhuş yapılan evler ve yerler,

Mahallin en büyük mülkî amiri tarafından otuz günü geçmemek üzere geçici süreyle faaliyetten men edilir.”

24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun “Umumi kadınlar hakkında ahkam” kenar başlıklı 128. maddesi şöyledir:

“ Sıhhat ve İçtimai Muavenet ve Dahiliye Vekaletleri müştereken bir nizamname neşrederek umumi kadınlar ve evlerin tabi olacakları hükümler ve bu fuhuş yüzünden intişar eden hastalıkların ve bilhassa zührevi hastalıkların sirayetine mani olacak tedbirleri tesbit ve yine müştereken tatbik ederler. Umumi kadınlarla umumi evler ve bunlara benzer mahaller bu nizamnamede tarif ve tahdit olunacaktır.”

Anılan hüküm uyarınca çıkarılan 19/4/1961 tarihli ve 10786 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 30/3/1961 tarihli ve 5/984 sayılı Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü’nün (Tüzük)“Komisyon ve kurullar” kenar başlıklı1. maddesi şöyledir:

 “Fuhuşu murakabe etmek, fuhuş sebebiyle bulaşan zührevi hastalıkların yayılmasına ve bu yüzden amme nizamının bozulmasına mani olmak üzere biri “Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonları” diğeri “Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonlarına Yardım Kurulları” olmak üzere iki teşekkül kurulmuştur.”

Tüzük’ün”Komisyonun vazifesi” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

 “Komisyonun vazifesi:

a) Fuhuş yüzünden bulaşan zührevi hastalıkların yayılmasını önlemek için gereken tedbirleri almak,

b) Zührevi hastalıkların ve fuhuşun zararlarını ve yayılmasını önlemeğe dair olan kanun ve tüzüklerin gereği gibi uygulanmasını sağlamak,

c) Teşkilatın hesaplarını denetlemek.”. Tüzük’ün “İcra kısmı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

 “Komisyonun icra kısmı; genel kadınlarla, fuhuşu sanat ve geçim vasıtası yapan 23 üncü maddedeki kadınların ve genel evlerin tesbit ve tescili, gizli fahişelerle gizli fuhuş yapılan yerlerin meydana çıkarılması, muayenesine lüzum görülen şahısların getirilmesi, kapanması gereken yerlerin kapatılması ve zührevi hastalıklar ve fuhuşla mücadele komisyonları tarafından alınan kararların uygulanması ve yürütülmesi için mahallin en yüksek polis amirinin gözetim ve sorumluluğu altında yeteri kadar ahlak zabıtası memuru veya sivil polisle, katip ve dosya memurlarından ibarettir.”

 Tüzük’ün “Komisyon toplantıları” kenar başlıklı 9. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Komisyon en az haftada bir defa başkanın davetiyle toplanır. Kararlar çoğunlukla verilir. Oyların eşitliği halinde başkanın bulunduğu tarafın oyuna itibar olunur. Kararlar, vilayetlerde valinin, kazalarda kaymakamın onayı ile tamam olur.”

 Tüzük’ün”Komisyon kararları” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

“Komisyon kararları hususi bir deftere özet olarak yazılıp her toplantı sonunda üyeler tarafından imzalanır. Kararlara vali veya kaymakam tarafından onaylandıktan sonra komisyon üyeleri, kararların kendilerini ilgilendiren kısımlarını gelecek toplantıya kadar yapmak ve yapamadıklarının sebeplerini bildirmek mecburiyetindedirler.”

Tüzük’ün “Valinin vazifeleri” kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

“Valiler, vilayet merkezlerinde ve kazalarda zührevi hastalıklar ve fuhuşla mücadele komisyonunun kurulmasını ve üyelerinden bazılarının ayrılmaları halinde bu Tüzüğe göre tamamlanmasını sağlamak, komisyonun muntazam toplantısını, üyelerin devamını ve işin intizam ile yürütülmesini denetlemekle mükelleftirler.

Kaymakamlar kazalarındaki komisyonların denetlenmesinde valilerin haiz oldukları yetkiye sahiptirler”

 Tüzük’ün “Tarifler” kenar başlıklı İkinci Kısım’ının “Genel kadınlar” kenar başlıklı15. maddesi şöyledir:

“Başkalarının cinsi zevkini menfaat karşılığı tatmin etmeyi sanat edinen ve bunun için değişik erkeklerle münasebette bulunan kadınlara (Genel kadın) denilir.”

 Tüzük’ün “Genel kadınların tesbit, tescil, muayene ve tedavileri” kenar başlıklı Üçüncü Kısım’ının “Tesbit” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:

 “Mükerreren ve bir çok erkeklerle münasebette bulunması dolayısiyle bir kadının fuhşu sanat edindiğinden şüphe edilir ve hakkında gizli ve etraflıca yapılan inceleme ile elde edilen müspet delillerle kendisinin 15 inci maddede yazılı genel kadınlar vasıflarını haiz olduğu meydana çıkarılırsa, evvela bu kadını fuhşa sürükleyen sebepler komisyonca araştırılır ve kendisinin tekrar namuslu bir hayata dönmesini sağlıyacak tedbirler düşünülür. Bu tedbirlerin faide vermediği hallerde bu kadın hakkında 21 inci maddedeki şartlar varsa Genel Kadınlar hakkındaki hükümler, bu şartlar yoksa 23 üncü maddede yazılı sağlık tedbirlerine dair hükümler uygulanır.

Bir kadın hakkında bu hükümlerin uygulanması Komisyon kararına bağlıdır.”

. Tüzük’ün21. maddesi şöyledir:

“Komisyonca bir kadının genel kadın olarak tesciline karar verilebilmesi için, aşağıdaki şartların bulunması lazımdır:

a) Fuhşu kendisine sanat edinmek veya 20 nci madde gereğince hakkında komisyonca karar verilmiş olmak,

b) 21 yaşını bitirmiş olmak,

c) Yabancı tabiiyetinde bulunmamak,

d) Tabiiyetsiz olmamak”

. Tüzük’ün25. maddesi şöyledir:

“Bütün genel kadınlar, izinli olsalar dahi, haftada iki defa,23 üncü maddede yazılı kadınlarda, on günde bir defa kendilerini resmi tabibe muayene ettirmeye mecburdurlar.”

Tüzük’ün 88. maddesi şöyledir:

 “Teftiş sırasında kadınlarla beraber rastlanacak olan ve zührevi hastalıklardan birine tutulmuş olduğundan şüphe ve endişe olunan erkeklerin de Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 106 ncı maddesi gereğince bu hastalıkları bulunmadığına dair rapor göstermeleri veya kendilerini muayene ettirip zührevi hastalıkları olmadığını ispat eylemeleri için adresleri alınır.

Belirli ve açık adresleri olmıyanlarla kimliklerini ispat edemiyenler muayeneye sevk olunur. Hasta olduğu anlaşılanlar hakkında adı geçen kanunun 107 ve 108 inci maddelerine göre işlem yapılır.”

25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun “Hizmet” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

“1. Hizmet, teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemlerdir. Bu işlemler; bir şeyi yapmak ve işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi, şekillerde gerçekleşebilir.

2. Bir hizmetin karşılığının bir mal teslimi veya diğer bir hizmet olması halinde bunların her biri ayrı işlem olup, hizmet veya teslim hükümlerine göre ayrı ayrı vergilendirilirler.”

. 26/4/2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin “Hizmet” kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Verginin konusunu teşkil eden işlemlerden biri olan hizmet, 3065 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinde “teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemlerdir” şeklinde tanımlanmıştır. Bu işlemler; bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebilir.

Maddede hizmet dolaylı bir şekilde tanımlanmış, hizmet sayılan bazı işlemler belirtilmiş ve bunlara benzeyen işlemlerin de hizmet sayılacağı hükme bağlanmıştır. Bu nedenle hizmet, belli bir tanım ve bilinen bazı işlemlerle sınırlandırılmamıştır. İleride değişik şekillerde ortaya çıkması muhtemel işlemler de genel tanım ve verilen örneklere nitelik ve mahiyet itibarıyla hizmet olarak değerlendirilebilir.”

31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 65. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır.

Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmıyan işlerin iş verene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.”

4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 9. maddesi şöyledir:

“Mükellefiyet ve vergi sorumluluğu için kanuni ehliyet şart değildir.

Vergiyi doğuran olayın kanunlarla yasak edilmiş bulunması mükellefiyeti ve vergi sorumluluğunu kaldırmaz.”

31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Sigortalı sayılanlar” kenar başlıklı 4. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 “Birinci fıkranın (a) bendi gereği sigortalı sayılanlara ilişkin hükümler;

e) 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanununda belirtilen umumî kadınlar,

hakkında da uygulanır.”

Sanıkların eylemleri ile ilgili olarak 03.06.2006 tarihli olay tutanağında teşhir hareketlerinin somutlaştırılmadan sadece; ”Sanıkların vücutlarını teşhir ettiklerinin” belirtilmesi, tutanağı düzenleyen polislerden …’in; ” Mini etekli ve vücutlarının üst kısımlarının açık olduğu bu şekilde teşhircilik yaptıkları” beyanına karşılık, diğer tutanak düzenleyicisinin sanıkların vücutlarının üst kısımlarının açık olduğundan bahsetmeksizin sadece mini etekli olduklarından bahsetmesi karşısında, ilgili tanık beyanları ile düzenlenen tutanak arasındaki çelişkilerin giderilerek teşhircilik teşkil eden hareketlerin neler olduğu tespit edilip, somutlaştırılarak sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması, İddianamedeki doğum tarihi ile karardaki doğum tarihi farklı olduğundan çelişkinin nereden kaynaklandığının araştırılarak giderilmesi lüzumu, Kanuna aykırı, YARGITAY 14. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2012/9022 Karar Numarası: 2013/3500 Karar Tarihi: 27.03.2013

Örneğin TCK'nın 225. maddesindeki alenen cinsel ilişki ve teşhircilik suçları umuma açık yerdeki araç içerisinde işlendiğinde Yargıtay'ın yerleşik uygulamasına göre aleniyetin varlığı kabul edilmektedir. YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas Numarası: 2019/54 Karar Numarası: 2021/333  Karar Tarihi: 01.07.2021
Hükme dayanak yapılan, 26.12.2005 tarihli olay yeri tespit tutanağında “Kadın kıyafeti giymek suretiyle otostop yaparak vücutlarının değişik yerlerini teşhir edip yoldan geçen yaya ve otoları durdurup trafiği tehlikeye sokan ve fuhuş pazarlığı yaptıkları tespit edilen” şeklinde genel ve soyut ifadeler kullanılmış olması, duruşmada dinlenen tutanak mümzilerine de teşhirin ne şekilde gerçekleştiği hususunda soru yöneltilmemiş olması nazara alınarak, tutanak mümzileri yeniden çağrılıp tanık sıfatıyla dinlenerek, sanıkların teşhircilik içeren ne tür hareketlerde bulunduğu açıklattırılıp olayın aydınlatılması, gerektiğinde suç mahallinde keşif de yapılarak, tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde mahkûmiyet hükmü kurulması, Kabule göre de; Hükümden önce, 08.02.2008 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ve TCK.nın 7/2. maddesi uyarınca sanıklar yararına olan 5728 sayılı Kanunun 562. maddesinin 1. fıkrası ile değişik CMK.nın 231/5. maddesinde öngörülen sınırın 2 yıla çıkarılması ve anılan Kanunun 2. fıkrası ile de 231/14. maddesindeki soruşturması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suç olma koşulunun kaldırılması karşısında, mahkemece kurulan hükümlerin açıklanmasının geri bırakılıp  bırakılmayacağının karar yerinde tartışılmaması, Sonuç: Kanuna aykırı, YARGITAY 14 CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2011/7749 Karar Numarası: 2012/8607 Karar Tarihi: 18.09.2012

Hayasızca hareketlerde bulunma suçundan sanık …’nun yapılan yargılaması sonunda; atılı suçtan beraatine dair Vakfıkebir Sulh Mahkemesinden verilen 05.12.2008 gün ve 2008/149 Esas, 2008/190 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtayca incelenmesi O Yer Cumhuriyet Savcısı tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından tebliğname ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü: Dosya içeriği itibarıyla oluşa göre, sanığın evinde perdesi açık cam kenarındaki çekyatın üzerinde çıplak vaziyette mastürbasyon yapma eylemini, yakınanın ve herkesin görebileceği surette alenen gerçekleştirdiği anlaşılmış bulunması karşısında, eyleminin TCK.nın 225/1. maddesinde öngörülen alenen teşhircilik suçunu oluşturduğu gözetilmeden beraatine hükmolunması, Kanuna aykırı, YARGITAY 14. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2011/8620 Karar Numarası: 2012/8420 Karar Tarihi: 13.09.2012

Mağdurelerin aşamalardaki ifadeleri, savunma, görüntü kayıtları ve tüm dosya içeriği nazara alındığında, sanığın mağdureleri hedef göstermeksizin markette cinsel organını çıkarması suretiyle teşhircilik yapması şeklinde gerçekleşen eylemi 5237 sayılı TCK'nın 225. maddesinde düzenlenen hayasızca hareketlerde bulunma suçunu oluşturduğu gözetilerek hüküm kurulması gerekirken suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek cinsel taciz suçundan düşme kararı verilmesi, Kanuna aykırı, YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2021/15723 Karar Numarası: 2022/11230 Karar Tarihi: 12.12.2022

Sanığın, mahkemece yapılan keşifte de aleni yer olduğu belirlenen …’nin giriş-çıkış gişelerinin bulunduğu alana, yönünü Efes Ören Yerine dönüp cinsel organını çıkarıp tuvalet ihtiyacını gidermekten ibaret eyleminde hayasızca hareketler suçunun unsurlarının oluştuğu gözetilmeden, sanığın eyleminde cinsel amaç ve teşhircilik olmadığı gerekçeleri ile yazılı şekilde beraatine karar verilmesi, Kanuna aykırı, YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2015/43163 Karar Numarası: 2017/10952 Karar Tarihi: 16.10.2017

Sanığın olay günü yol üzerinde alenen göğüslerini ve kalçalarını açmak suretiyle teşhircilik yaptığından bahisle tutanak tutulup, soruşturma evresinde yeminsiz olarak dinlenen tutanak tanıklarının kovuşturma evresinde dinlenmeksizin sanığın savunmasına itibar edilerek eksik inceleme ile hüküm kurulması, Kanuna aykırı, YARGITAY 14. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2011/9650 Karar Numarası: 2012/9729 Karar Tarihi: 09.10.2012

TCK’nın 225/1. maddesinde düzenlenen hayasızca hareketler suçunda, alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişinin cezalandırılacağının öngörülmesi ve mağdurların beyanında sanığın pantolonunu yarıya kadar indirmiş vaziyette durduğunu belirterek, cinsel organının açıkta olduğuna dair beyanları olmaması karşısında atılı suçun unsurlarının ne şekilde oluştuğu açıklanmadan, sanığın mahkumiyetine dair karar verilmesi, Kanuna aykırı, YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2016/6863 Karar Numarası: 2018/6130 Karar Tarihi: 25.04.2018

Gerek 5237 sayılı Kanun'da gerekse 5326 sayılı Kanun'da "fuhuş yapmak" suç olarak düzenlenmemiştir. Kabahat, 5326 sayılı Kanun’un 2. maddesinde “kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık” olarak tanımlanmış olup 5326 sayılı Kanun'un hiçbir hükmünde fuhuş amacıyla başkalarını rahatsız etmek fiili de kabahat olarak belirtilmemiştir. 5237 sayılı Kanun'un 225. maddesinde alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişilerin cezalandırılacağı belirtilmiş olmakla birlikte somut olayda başvurucunun bu şekilde eylemi olduğu yönünde herhangi bir tespit yoktur.İdari para cezasına dair tutanakta başvurucuya "fuhuş amacıyla başkalarını rahatsız etmek" fiili isnat edilmiş ve uygulanan cezaya dayanak olarak 5326 sayılı Kanun'un 37. maddesinde yer alan "mal veya hizmet satmak için başkalarını rahatsız etmek" hükmü gösterilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde, mal veya hizmet satışı sırasında bu amaçla kişilerin taciz edilmesi ve yüksek sesle müşteri daveti gibi uygulamaların önüne geçilmesi amacıyla söz konusu hükmün getirildiği belirtilmektedir.  Başvurucuya isnat edilen eylemin anılan hüküm kapsamında olup olmadığının anlaşılabilmesi için hükmün içerdiği unsurlara bakılmalıdır. Buna göre 5326 sayılı Kanun'un 37. maddesinde yer alan hükümde "mal ve hizmet satmak amacıyla hareket etmek" ve "başkalarını rahatsız etmek" unsurları yer almaktadır. Başvurucuya isnat edilen eylemin bu unsurlarla uyumlu olup olmadığının araştırılması gerekmektedir.  Hükümdeki ilk unsur olan "mal ve hizmet satmak amacıyla hareket etmek" unsuru yönünden olaya bakıldığında kendi bedenini para karşılığında cinsel ilişki için "arz eden" kişinin bir "mal" sunduğunun kabulü mümkün değilse de bir "hizmet" sunduğu iddia edilebilir. Hatta "İlgili Hukuk" kısmında yer verilen 3065 sayılı Kanun, 193 sayılı Kanun ve5510 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri fuhşun ekonomik faaliyet kapsamında "hizmet" olarak kabul edilmesi gerektiği tezine delil olarak öne sürülebilir.  Ancak unutulmamalıdır ki ekonomi bilimi ve vergilendirme siyaseti "vergiyi doğuran olay" kavramı bakımından bir eylemin kanunen yasak; hukuka, insan haklarına ya da genel ahlaka aykırı olup olmamasıyla ilgilenmez. Oysa bir eylemin insan haklarına aykırı olması, Anayasa'nın bir gereği olarak Anayasa Mahkemesinin görev alanını doğrudan ilgilendirmektedir.  Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti devletinin insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti olduğunu belirtmektedir. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında hukuk devletinin; insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet olduğunu vurgulamıştır. Bu doğrultuda somut olaydaki meselenin Anayasa'nın öngördüğü ilkeler, temel hak ve özgürlüklerin korunması, suç ve cezaların belirlenmesine hâkim olan ilkeler ve devletin ceza siyaseti çerçevesinde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde bir kanun hükmünün "suç ve cezaların kanuniliği" ilkesi yönünden değerlendirilmesi sırasında salt ekonomi biliminin ve vergilendirme siyasetinin ilkeleri doğrultusunda hareket etmek yanlış sonuçlara ulaşılmasına sebep olacaktır. Günümüzde insanların hiçbir ayrım gözetilmeksizin sadece insan olmaları sebebiyle insanlık onurunun gereği olarak hak ve özgürlüklere sahip oldukları yaygın şekilde kabul edilmektedir. İnsan haklarının esas olarak bireylerin özgürlük, onur ve saygınlığını korumayı amaçladığını ifade etmek gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında "insan onuruna saygı" kavramı; insanın hangi durum ve şartlar altında bulunursa bulunsun sırf insan olması nedeniyle sahip olduğu değerin tanınması ve sayılması olarak ifade edilmiştir (AYM, E.2013/137, K.2014/94, 22/5/2014; E.2007/98, K.2010/33, 4/2/2010; E.2014/122, K.2015/123, 30/12/2015, § 55 ).  "İnsan onuruna saygı" kavramı "kişisel özerklik" ile birlikte ele alınmalıdır. İnsan onuruna saygı, bireylerin kararlarına ve tercihlerine başka kişilerin haklarına zarar vermediği sürece saygı duymayı da gerektirmektedir.  Yukarıda belirtildiği üzere fuhuş olgusu, sadece bireyi ilgilendiren bir olgu olmayıp sosyal ve ekonomik boyutları olan, aynı zamanda toplum sağlığı ve ahlaki değerleri de etkileyen çok boyutlu bir olgudur. Günümüzde fuhuş demokratik toplumlarda insan onuru ile bağdaşmayan bir olgu olarak kabul edilmektedir. Nitekim Birleşmiş Milletler İnsan Ticaretinin ve İnsanların Fuhuş Yoluyla Sömürülmesinin Yasaklanması Sözleşmesi'nin başlangıç kısmında fuhşun ve bunun beraberinde fuhuş amacıyla insan ticaretinin insan onuru ve değeri ile bağdaşmadığı, bireyin, ailenin ve toplumun refahını tehlikeye attığı belirtilmiştir. Bu yaklaşım nedeniyle demokratik ülkeler fuhşu meslek edinmiş yetişkinleri cezalandırmaktan vazgeçmekte; bu kişilerin fuhuştan kurtulmaları için onlara gerekli rehabilitasyon, istihdam ve teşvik programları uygulamakta; fuhşa aracılık edenler ile cinsel ilişki satın alan kişileri cezalandırma yoluna gitmektedirler.  Belirtilen ilkeler ve özellikle insan onuru kavramı doğrultusunda bakıldığında 5326 sayılı Kanun'un 37. maddesi hükmünde belirtilen mal ve hizmet satışının insan bedeninin fuhuş için "satışa sunulmasını" da içerdiği, bu durumun herkes tarafından açık ve net olarak böyle bilindiği ve anlaşıldığı yahut gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle bireylerin bunu anlayabilecekleri sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Kamu makamlarının aksine yorumu, anılan hükmün amacını aşan zorlama ve öngörülemez bir yorum olup insan bedeninin meta olarak algılanması anlamına geleceğinden insan onuru ile bağdaşmaz. Yasa koyucunun kişilerin fuhuş amacıyla başkalarını rahatsız etmelerini önlemek için kanuni düzenleme yapması ve bu davranışı yaptırıma bağlaması elbette mümkündür. Ancak insan onurunun korunduğundan söz edilebilmesi için bu şekildeki bir kanun hükmünün açık ve net, öngörülebilir ve sınırları belirli şekilde düzenlenmesi gereklidir.  Üstelik başvurucuya isnat edilen fuhuş amacıyla başkalarını rahatsız etmek fiilinin cezasını belirleyen kanuni dayanağın ne olduğu konusunda idarenin de tereddüt geçirdiği, dolayısıyla hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın bağlandığı konusunun idare yönünden de açık, net ve anlaşılır olmadığı görülmektedir. Zira Ankara Valiliğinin 28/6/2016 tarihli yazısından anlaşılacağı gibi (bkz. § 16) idare, aynı eyleme daha önceden 5326 sayılı Kanun'un 32. maddesini uygulamakta iken idari yargı mercilerinin iptal kararı vermesi üzerine bu kez anılan Kanun'un 37. maddesini uygulamaya başlamıştır. Tüm bu açıklamalar ışığında 5326 sayılı Kanun'un 37. maddesinde yer alan "mal veya hizmet satmak için başkalarını rahatsız etmek" hükmünün başvurucuya isnat edilen "fuhuş yapmak için başkalarını rahatsız etmek" fiili bakımından kanunilik unsurunu taşımadığı ve anılan fiili kapsamadığı sonucuna varılmıştır. Anayasa'nın 6. maddesine göre hiç kimse veya organ, kaynağını Anayasa'dan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz. Kamu makamlarının kendilerince rahatsız edici buldukları hâl ve davranışları hukuk boşluğu bulunduğunu öne sürerek yorum yoluyla cezalandırmaları, bu suretle kanunda öngörülmeyen bir kabahat ihdas etmeleri kabul edilemez. Buna göre 5326 sayılı Kanun'da "fuhuş amacıyla başkalarını rahatsız etmek" fiilini öngören bir kabahat düzenlenmemiş olduğundan başvurucunun herhangi bir kanuni dayanak olmaksızın cezalandırıldığı sonucuna varılmıştır. Kamu makamlarının 5326 sayılı Kanun'un 37. maddesine ilişkin zorlama ve öngörülemez şekildeki uygulaması somut olayda yorumla kabahat ihdas edilmesi sonucunu doğurmuştur. Ortaya çıkan bu sonuç Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suç ve cezaların kanuniliği ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Açıklanan nedenlerle başvurucunun 5326 sayılı Kanun'da kabahat olarak öngörülmemiş olan fiili nedeniyle kamu makamlarınca yoruma dayalı olarak idari para cezası ile cezalandırılmasının suç ve cezaların kanuniliği ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır. (Başvuru Numarası: 2014/19152)

Bir eylemin suç olması ya da kabahat olması neticesinin de para cezası ya da hapis cezası olması farklı kavramlardır. Ayrıca eylem TCK 26 anlamında ise faile ceza verilmez çünkü burada failin eylemi hukuka uygunluk nedenleri arasındadır. TCK 225 söz konusu eylemler için aleniyet şartını aramıştır. Teşhircilik eylemi için cinsel tatmine ulaşma amacı kanun maddesi metniyle korunması hedeflenen değerleri incitecek şekilde vücut bölgelerini alenen göstermek gerekir. Kanun maddesinden anlaşılacağı üzere teşhircilik suçunun oluşabilmesi için vucüt bölgeleri alenen gösterilmelidir. Aleniyet unsuru olmadan teşhircilik suçunun oluşması da mümkün değildir. Teşhircilik eyleminin belli kişi ya da kişilere yönelmiş olup olmaması da suçun gerçekleşmesi açısından önemli değildir.

Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası
Madde 26- (1) Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.
(2) Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.
Kanun maddesindeki teşhircilik; kişinin cinsel tatmine ulaşabilmek için cinsel organı veya madde metniyle korunması hedeflenen değerleri incitecek şekilde vücut bölgelerini alenen göstermesidir.  YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2018/7821 Karar Numarası: 2019/17002 Karar Tarihi: 03.12.2019
225 inci maddede tanımlanan suçu oluşturan teşhirciliğin alenî olması gerekmektedir. Keza, bu teşhirin belirli bir kişiye yönelik olarak gerçekleştirilmesi gerekmemektedir. YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas Numarası: 2023/565 Karar Numarası: 2024/11 Karar Tarihi: 17.01.2024

2918 sayılı Kanun’un “Emniyet Genel Müdürlüğünün, merkez, bölge, il ve ilçe trafik kuruluşları, görev ve yetkileri” kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ilgili kısmı şöyledir:

 “b) Görev ve yetkiler:

 1. Araçları, bu Kanuna göre araçlarda bulundurulması gerekli belge ve gereçleri, sürücüleri ve bunlara ait belgeleri, sürücülerin ve karayolunu kullanan diğer kişilerin kurallara uyup uymadığını, trafik düzenlemelerinin ve çeşitli tesislerin bu Kanun hükümlerine uygun olup olmadığını denetlemek,

2. Duran ve akan trafiği düzenlemek ve yönetmek,

3. (Mülga: 17/10/1996 – 4199/47 md.)

4. El koyduğu trafik kazalarında trafik kaza tespit tutanağı düzenlemek,

5. Trafik suçu işleyenler hakkında tutanak düzenlemek, gerekli işlemleri yapmak ve takip etmek,

6. Trafik kazası neticesinde hastalanan veya yaralananların bakımlarını sağlayacak tedbirlerin süratla alınmasına yardımcı olmak ve yakınlarına haber vermek,

…”

2918 sayılı Kanun’un “Yayaların uyacakları kurallar” kenar başlıklı 68. Maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi şöyledir:

“Yaya yollarında, geçitlerde veya zorunlu hallerde taşıt yolu üzerinde bulunan yayaların, trafiği engelleyecek veya tehlikeye düşürecek şekilde davranışlarda bulunmaları veya buraları saygısızca kullanmaları yasaktır.

30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesin

 

Başvurucu; cinsel tercihi yönünden travesti olduğunu, 12/3/2014 tarihinde yolda yürüdüğü sırada etrafa rahatsızlık veren ya da hukuka aykırı herhangi bir harekette bulunmadığı hâlde kolluk görevlilerince rızası dışında resmî araca bindirilerek Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğünü, iki veya üç saate yakın bir süre Emniyet Müdürlüğünde bekletilerek hürriyetinden alıkonulduktan sonra idari para cezası tutanağının tarafına tebliğ edildiğini belirtmiştir. Başvurucu; yaratılış özelliklerinden utanmadan herkesin özgürce yaşama hakkına sahip olduğunu, travesti olduğu için söz konusu para cezasının verildiğini, dolayısıyla cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını, bu suretle Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, ortada bir suç şüphesi olmamasına rağmen iki saat süreyle Emniyet Müdürlüğünde bekletilmesi ve bu şekilde hukuka aykırı olarak hürriyetinden alıkonulması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve uygun bir manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru konusu olayda yukarıda yer verilen iddialar bütün olarak gözetildiğinde başvurucunun esasen cinsel yönelimi ve yaşam tarzı nedeniyle tarafına idari yaptırım uygulandığını ve bu durumun eşitlik ilkesi ile ayrımcılık yasağına aykırı olduğunu ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının -bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında- soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda ayrımcılığa maruz kaldığı sorularına cevap verebilmesi gerekmektedir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).. Bu çerçevede özel hayat kavramı kişisel kimlikle ilgili olup kişinin cinsel tercihi de kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Sadece cinsel tercihe dayalı olarak maruz kalınabilecek bir uygulamanın kişinin kimliği, öz algılama, öz saygı ve sonuç olarak özel hayatında olumsuz etkileri olabileceği gözönünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle somut başvuru açısından başvurucunun Anayasa’nın 10. maddesine dayanan ihlal iddiasının -yukarıda yer verilen şikâyetleri dikkate alınarak- Anayasa’da güvence altına alınan özel hayata saygı hakkı ile bağlantılı olarak incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucunun ortada bir suç şüphesi olmamasına rağmen iki saat süreyle Emniyet Müdürlüğünde bekletildiği, hukuka aykırı şekilde hürriyetinden alıkonulduğu iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.  Özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramı temel alınmaktadır. Özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel tercihini belirleme hakkı, cinsel eğilim, cinsel içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğuna kuşku yoktur (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 35; Dudgeon/Birleşik Krallık, §§ 40, 41). Ayrımcılık, nesnel ve makul bir gerekçe olmaksızın konuyla ilgili olarak benzer durumda olan kişilere farklı muamelede bulunulmasıdır. Aynı durumdaki kişilere farklı muamele, meşru bir amaca dayalı olmadığında ve izlenilen yol ile varılmaya çalışılan hedef arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurulmadığında ayrımcılık teşkil etmektedir (Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, §§ 120, 121; D.H. ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti [BD], B. No: 57325/00, 13/11/2007, § 175; Burden/Birleşik Krallık[BD], B. No: 13378/05, 29/4/2008, § 60; Ünal Tekeli/Türkiye, B. No: 29865/96, 16/11/2004, §§ 49-53). Anayasa'nın 10. maddesinde yer verilen "dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep" şeklindeki ayrımcılık temelleri örnek olarak belirtilmiştir ve bu temeller madde metninde sayılanlarla sınırlı değildir (Hüseyin Kesici, B. No: 2013/3440, 20/4/2016, § 56; AYM, E.1986/11, K.1986/26, 4/11/1986).  Bu kapsamda kamu makamlarının bireylere sırf cinsel tercihleri nedeniyle farklı muamelede bulunmaları ayrımcılık yasağının ihlali olarak kabul edilmelidir (Kozak/Polonya, B. No: 13102/02, 2/3/2010; Salgueiro da Silva Mouta/Portekiz, B. No: 33290/96, 21/12/1999; P.B. ve J.S./Avusturya, B. No: 18984/02, 22/7/2010).  Ancak ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ifade etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. bir ayrımcılık temeline dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, § 48).  Kural olarak ayrımcı muameleye maruz kaldığını ileri süren başvurucuların bu iddialarını yeterli ve ikna edici açıklamalar ve delillerle ispat etmeleri gerekir. Bununla beraber ayrımcılığı kanıtlamak kolay değildir. Bu yüzden başvurucuların kendilerine farklı muamele yapıldığını hukuka uygun her türlü delille ispatlamaları mümkündür. Bunun ispatlanması durumunda farklı muamelenin var olmadığını veya haklı sebeplere dayandığını ispat yükü farklı muameleyi gerçekleştiren kamu makamlarına geçecektir (Ayla [Şenses] Kara, B. No: 2013/7063, 5/11/2015, § 46).  2918 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, kara yollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlama ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirleme amacına yer verilmiştir. . Somut olayda başvurucu 12/3/2014 tarihinde yolda yürüdüğünü, etrafa rahatsızlık veren herhangi bir davranışının olmadığını ileri sürmekle birlikte Bursa İl Emniyet Müdürlüğü polis memurları tarafından düzenlenen 12/3/2014 tarihli tutanağa göre trafik denetimi sırasında başvurucunun kara yolunda seyir hâlindeki araçlarıdurdurmaya çalıştığı ve trafiği tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunduğunun tespit edildiği, hangi amaçla orada bulunduğunun sorulması üzerine otostop yaparak fuhuş amacıyla müşteri aradığını beyan ettiği anlaşılmıştır. Ayrıca Bursa Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün Bursa 3. Sulh Ceza Hâkimliğine sunulan 6/5/2014 tarihli savunmasında başvurucunun daha önce de aynı şekilde 2918 sayılı Kanun'un 68. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendini ihlal ettiğinin bildirildiği görülmüştür. Bu durumda kamu makamlarınca başvurucunun trafiği tehlikeye düşüren davranışlarının tespit edilerek söz konusu idari yaptırıma dair evrakta somut ve ayrıntılı gerekçeye yer verilmek suretiyle belirtildiği, başvurucuya bu davranışı karşılığında 2918 sayılı Kanun'da belirtilen cezadan daha ağır bir yaptırım uygulanmadığı, dolayısıyla başvurucuya uygulanan trafik para cezasının başvurucunun trafiği tehlikeye düşüren davranışları nedeniyle ilgili Kanun'a uygun olarak verilmiş olduğu anlaşılmıştır. Trafik kuralları herkes yönünden bağlayıcı olup cinsel tercihleri veya taşıt yolu üzerinde bulunma amaçları ne olursa olsun kişilerin trafiği tehlikeye düşürmeleri durumunda haklarında 2918 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması çok doğaldır. Başvurucuya travesti kimliği nedeniyle ayrımcı muamele yapıldığına dair iddiayı ispata yarayan herhangi bir somut bilgi ve bulguya ise rastlanmamıştır. Bu itibarla somut olayda sadece cinsel yönelimi dikkate alınarak başvurucu hakkında işlem tesis edildiğini söylemek mümkün görünmemektedir.  Dolayısıyla söz konusu trafik para cezası nedeniyle başvurucunun eşitlik ilkesiyle birlikte değerlendirilen özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahale olmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle başvurucunun eşitlik ilkesiyle birlikte değerlendirilen özel hayata saygı hakkına yönelik bir müdahalede bulunulmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).  30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24). Somut olayda Bursa İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince 12/3/2014 tarihinde saat 01.45'te yapılan denetim sırasında başvurucunun kara yolunda seyir hâlindeki araçları durdurmaya çalıştığı, trafiği tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunduğunun tespit edildiği, hangi amaçla orada bulunduğunun sorulmasına cevap olarak otostop yaparak fuhuş amacıyla müşteri aradığını beyan etmesi üzerine konuyla ilgili gerekli işlemlerin yapılması için Ahlak Büro Amirliğine götürüldüğü, burada hakkında yapılan UYAP sorgulamasında kaydının mevcut olduğu ancak aranan kişilerden olmadığının anlaşıldığı, bunun üzerine trafiği tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle POLNET kayıtlarına göre verilen idari para cezası tebliğ edildikten sonra saat 02.39'da başvurucunun gönderildiği anlaşılmıştır. Başvurucu bu işlemler sırasında Emniyet Müdürlüğünde iki saat süreyle bekletildiğini belirtmekte ise de Bursa İl Emniyet Müdürlüğünden gönderilen belgeler ve POLNET kayıtlarına göre başvurucunun yaklaşık bir saat süreyle Ahlak Büro Amirliğinde beklediği anlaşılmaktadır.  Başvurucu, kolluk görevlilerince rızası dışında resmî araca bindirilerek Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğünü iddia etmekte olup burada nezarete konulduğunu veya herhangi bir kötü muameleye maruz bırakıldığını ileri sürmemiştir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında hürriyetten yoksun bırakma kavramını tanımlamıştır. Buna göre hürriyetten yoksun bırakma, bir kimsenin kısıtlı bir alanda ihmal edilemeyecek bir süre için tutulması ve bu kişinin söz konusu tutmaya rıza göstermemiş olması şeklinde ifade edilebilecek iki unsuru içermektedir (Cüneyt Kartal, B. No: 2013/6572, 20/3/2014, § 17).Somut olayda başvurucunun isteği dışında polis tarafından Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğü ve burada bir saat süreyle bekletildiği açık olup kamu makamlarınca bu şekilde bekletilmesi suretiyle başvurucunun hürriyetinin kısıtlanmış olduğu kabul edilmelidir.  Anayasa'nın 19. maddesinin amacı kişileri keyfî bir şekilde hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi hürriyetine getirilecek sınırlamaların da maddenin amacına uygun olması gerekir (Abdullah Ünal, B. No: 2012/1094, 7/3/2014, § 38).  Anayasa'nın 19. maddesinin kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkân tanıdığı durumlardan biri maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiş olan "kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak kişilerin tutulması" hâlidir. 2559 sayılı Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinde polisin genel ahlak ve edep kurallarına aykırı olarak utanç verici ve toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyen tavır ve davranışta bulunanları herhangi bir müracaat veya şikâyet olmasa bile engelleyeceği, davranışlarının devamını durdurarak yasaklayacağı düzenlemesi yer almaktadır. Aynı şekilde 2918 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasında polisin trafiği düzenlemek ve yönetmek, trafik suçu işleyenler hakkında tutanak düzenlemek, gerekli işlemleri yapmak ve takip etmek şeklinde görev ve yetkileri olduğu düzenlenmiştir. Somut olayda kolluk görevlilerince, başvurucunun kara yolunda seyir hâlindeki araçları durdurmaya çalıştığı ve trafiği tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunduğunun tespit edildiği, hangi amaçla orada bulunduğunun sorulması üzerine otostop yaparak fuhuş amacıyla müşteri aradığını beyan ettiği hususları birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun bu şekilde trafiği tehlikeye düşüren davranışlarına son verilmesi meşru amacına dayalı olarak bulunduğu kara yolundan alınarak İl Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğü anlaşılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucunun Emniyet Müdürlüğünde yaklaşık bir saat süreyle bekletildiği, bu esnada UYAP kayıtlarının incelendiği, aranan kişilerden olup olmadığının araştırıldığı, hakkında trafiği tehlikeye düşürmek nedeniyle idari para cezası tutanağı düzenlendiği, bu işlemlerin tamamlanmasından sonra başvurucunun serbest bırakıldığı dikkate alındığında başvurucunun tutulma süresinin makul bir süre olup söz konusu işlemlerin gerektirdiğinin ötesinde olmadığı, bu nedenle Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvenceleri ihlal etmediği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.(Başvuru Numarası: 2014/19308)

Ceza hukuku anlamında teşhir bir kimsenin toplumun ar ve haya duygularını rencide edecek şekilde özel hayatını topluma ifşa etmesi olarak tanımlanabilir.