Rüşvet
Madde 252- (Değişik: 2/7/2012-6352/87 md.)
(1) Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan
kişi, dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kamu
görevlisi de birinci fıkrada belirtilen ceza ile cezalandırılır.
(3) Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.
(4) Kamu görevlisinin rüşvet talebinde bulunması ve fakat bunun kişi tarafından kabul edilmemesi ya da kişinin kamu görevlisine menfaat temini konusunda teklif veya vaatte
bulunması ve fakat bunun kamu görevlisi tarafından kabul edilmemesi hâllerinde fail hakkında, birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre verilecek ceza yarı oranında indirilir.
(5) Rüşvet teklif veya talebinin karşı tarafa iletilmesi, rüşvet anlaşmasının sağlanması veya rüşvetin temini hususlarında aracılık eden kişi, kamu görevlisi sıfatını taşıyıp
taşımadığına bakılmaksızın, müşterek fail olarak cezalandırılır.
(6) Rüşvet ilişkisinde dolaylı olarak kendisine menfaat sağlanan üçüncü kişi veya tüzel kişinin menfaati kabul eden yetkilisi, kamu görevlisi sıfatını taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın, müşterek fail olarak cezalandırılır.
(7) Rüşvet alan veya talebinde bulunan ya da bu konuda anlaşmaya varan kişinin; yargı görevi yapan, hakem, bilirkişi, noter veya yeminli mali müşavir olması halinde,
verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
(8) Bu madde hükümleri;
a) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları,
b) Kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş şirketler,
c) Kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bünyesinde faaliyet icra eden vakıflar,
d) Kamu yararına çalışan dernekler,
e) Kooperatifler,
f) Halka açık anonim şirketler, adına hareket eden kişilere, kamu görevlisi sıfatını taşıyıp taşımadıklarına bakılmaksızın, görevlerinin ifasıyla ilgili bir işin yapılması veya yapılmaması amacıyla doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, menfaat temin, teklif veya vaat edilmesi; bu kişiler tarafından talep veya kabul edilmesi; bunlara aracılık edilmesi; bu ilişki dolayısıyla bir başkasına menfaat temin edilmesi halinde de uygulanır.
(9) Bu madde hükümleri;
a) Yabancı bir devlette seçilmiş veya atanmış olan kamu görevlilerine,
b) Uluslararası veya uluslarüstü mahkemelerde ya da yabancı devlet mahkemelerinde görev yapan hâkimlere, jüri üyelerine veya diğer görevlilere,
c) Uluslararası veya uluslarüstü parlamento üyelerine,
d) Kamu kurumu ya da kamu işletmeleri de dahil olmak üzere, yabancı bir ülke için kamusal bir faaliyet yürüten kişilere,
e) Bir hukuki uyuşmazlığın çözümü amacıyla başvurulan tahkim usulü çerçevesinde görevlendirilen vatandaş veya yabancı hakemlere,
f) Uluslararası bir anlaşmaya dayalı olarak kurulan uluslararası veya uluslarüstüörgütlerin görevlilerine veya temsilcilerine, görevlerinin ifasıyla ilgili bir işin yapılması veya yapılmaması ya da uluslararası ticari işlemler nedeniyle bir işin veya haksız bir yararın elde edilmesi yahut muhafazası amacıyla; doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, menfaat temin, teklif veya vaat edilmesi ya da bunlar tarafından talep veya kabul edilmesi halinde de uygulanır.
(10) Dokuzuncu fıkra kapsamına giren rüşvet suçunun yurt dışında yabancı tarafından işlenmekle birlikte;
a) Türkiye’nin,
b) Türkiye’deki bir kamu kurumunun,
c) Türk kanunlarına göre kurulmuş bir özel hukuk tüzel kişisinin,
d) Türk vatandaşının,
tarafı olduğu bir uyuşmazlık ya da bu kurum veya kişilerle ilgili bir işlemin yapılması veya yapılmaması için işlenmesi halinde, rüşvet veren, teklif veya vaat eden; rüşvet alan, talep eden, teklif veya vaadini kabul eden; bunlara aracılık eden; rüşvet ilişkisi dolayısıyla kendisine menfaat temin edilen kişiler hakkında, Türkiye’de bulundukları takdirde, resen soruşturma ve kovuşturma yapılır
Bu makalede rüşvet suçu incelenecek ve yargıtay kararlarına yer verilecektir.
5237 Sayılı TCK’nin rüşveti tanımlayan ve 05/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 Sayılı Kanun ile değişiklik yapılıncaya kadar yürürlükte kalan 252/3. maddesine göre bu suçun, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıyla oluşacağı, taraflar arasında serbest irade ile yapılan anlaşmanın vuku bulduğu anda rüşvet suçunun meydana geleceği, suç tarihinde jandarma görevlilerinin durumundan şüphelenmeleri üzerine yanına gittiklerinde ehliyetsiz olduğunu tespit etmeleri üzerine sanığın hakkında ehliyetsiz araç kullanmaktan işlem yapılmaması için 50 TL uzatarak “alın bununla yemek yiyin” demek suretiyle rüşvet vermeye teşebbüs ettiği iddia edilen somut olayda mahkemece sanığın yapılması gereken bir işin yapılmaması için kamu görevlisine rüşvet vermeye teşebbüs ettiği kabul edilmiş ise de; suç niteliğinin tayini bakımından, olay günü sanık hakkında trafik cezası işlemi uygulanıp uygulanmadığı, uygulanmış ise bu cezanın kesinleşip kesinleşmediği hususları araştırılmadan, bir idari yaptırım uygulanmış ise kesinleşmiş onaylı örneği dosya arasına alınmadan, 5237 Sayılı TCK’nin, 05/07/2012 günü yürürlüğe giren 6352 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki rüşveti tanımlayan 252/3. maddesinde “Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” denilerek sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin, yapması gereken işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlamasının veya kişilerin bu şekildeki iş için kamu görevlisine çıkar temin etmelerinin rüşvet tanımından çıkarıldığı, görevin gereklerine aykırı olarak bir işin yapılması veya yapılmaması için rüşvet teklifinde bulunulması durumunda suçun icra hareketleri başlamış olacağından rüşvete teşebbüs, haklı bir hususun temini için rüşvet önerilmesi halinde ise koşullarının bulunması durumunda eylemin kamu görevlisinin şeref ve saygınlığına saldırı niteliğinde olması nedeniyle aynı Yasa’nın 125/3. maddesinde düzenlenen kamu görevlisine hakaret suçunu oluşturacağı gözetilmeden, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, TCK’nin 53. maddesinin uygulanması ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’nin 08/10/2015 tarihli ve E. 2014/140, K. 2015/85 Sayılı iptal kararıyla ilgili olarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması, SONUÇ: Kanuna aykırı, sanık müdafin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’un 321 ve 326/son maddeleri uyarınca hükmün BOZULMASINA 09.02.2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2018/4073 Karar Numarası: 2022/1550 Karar Tarihi: 09.02.2022
Suç tarihinde Esenyurt Belediyesinde zabıta amiri olarak görev yapan sanıklar E. ve S.’in, hukuka aykırı olarak yapmak istediği inşai faaliyete göz yummaları karşılığında 17/02/2014 tarihinde katılan sanık M.’tan 15.000,00 TL para aldıkları iddia ve kabul edilmiş ise de; M.’ın, 09/03/2014 tarihindeki kaçak yapının yıkım işlemleri sonrasında 10/03/2014 tarihinde görevi yaptırmamak için direnme suçundan şüpheli sıfatı ile alınan ifadesinde rüşvet iddiasında bulunarak şikayetçi olması, sanıklar E. ve S.’in aşamalarda rüşvet almadıkları ve kaçak yapıyı yıkım için gittikleri, M.’ın bu nedenle kendilerine suç isnadında bulunduğu yönündeki savunmaları, katılan sanık M.’ın ve kardeşi olan tanık H.’ın aşamalardaki çelişkili beyanları, M.’ın komşusu ve kiracısı olan tanık S..’ın sadece sanıkları katılan sanığın iş yerinde gördüğüne ilişkin anlatımı, taraflar arasında menfaat teminine ilişkin görgü ve bilgisinin bulunmaması, ayrıca dosya arasında mevcut banka dekontlarının tanık H.’ın banka hesabından para çekilmesine ilişkin olması ve sanıklara verildiğine ilişkin herhangi bir kayıt içermemesi, bu itibarla temel amacı maddi gerçeğin ortaya çıkartılması olan ceza yargılamasının en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri “şüpheden sanık yararlanır ilkesi” olup bu kapsamda sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesi için suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilmesi ve sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin mutlaka sanık yararına değerlendirilmesi ile rüşvet suçunun oluşabilmesi için bir rüşvet anlaşmasının bulunması, anlaşmanın da işin yapılmasından önce veya en geç yapılması anında olması gerektiği hususları nazara alındığında; sanıkların rüşvet alma ve rüşvet verme suçlarını işlediklerini gösteren kesin, tarafsız, inandırıcı ve mahkumiyetlerine yeterli delil bulunmadığı gözetilerek beraatlerine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmeler sonucunda yazılı şekilde sanıklardan E. ve S.’in mahkumiyetlerine, M. hakkında ise ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi, YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Esas Numarası: 2021/15859 Karar Numarası: 2022/2316 Karar Tarihi: 28.02.2022
Şüpheli veya sanıkların kullandıkları cep telefonlarının hangi baz istasyonundan sinyal verdiğinin belirlenmesi işlemi 5271 sayılı CMK’nun 135/1. maddesi kapsamında olan ve 14.02.2007 gün ve 26434 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 4. maddesinde; “İletişimin içeriğine müdahale niteliğinde olmayıp yetkili makamdan alınan karar kapsamında sinyal bilgilerinin iletişim sistemleri üzerinde bıraktığı izlerin tespit edilerek, bunlardan anlamlandırılan sonuçlar çıkarmak üzere gerçekleştirilen değerlendirme işlemleri” şeklinde tanımlanan “sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi” işlemi niteliğindedir. Baz kelimesi, İngilizce “base” (temel, taban, esas) kelimesinin Türkçe’ye geçmiş şekli olup mobil cihazlarla iletişim sağlamak amacıyla kurulan baz istasyonları; alıcı, verici ve güç ünitelerinden oluşan kabin ile sinyalleri yaymak için kule, direk, çatı, bina yüzeyleri vb. yerlere kurulan, anten ünitelerinden meydana gelen ve mobil cihazlar ile haberleşmeyi sağlayan sistemlerdir. Baz istasyonlarının kapsama alanında olmayan yerlerde mobil iletişim kurmak mümkün olmadığından, bir cep telefonu ile iletişim kurabilmek için o telefonun mutlaka bir baz istasyonunun kapsama alanında bulunması zorunludur. Cep telefonları ile yapılan görüşmeler, baz istasyonları ile cep telefonları arasında karşılıklı gönderilen elektromanyetik dalgalarla sağlanmaktadır. Özellikleri gereği bir baz istasyonundan aynı anda birçok cep telefonu yararlanmakta ve bu baz istasyonunun vasıtasıyla görüşme yapabilmektedir. Nüfusu kalabalık olan yerleşim bölgelerinde ise bu sayı daha da artmakta, aynı anda pek çok cep telefonu aynı baz istasyonundan sinyal verebilmektedir. Bu nedenle, farklı kişiler tarafından kullanılan cep telefonlarının aynı baz istasyonu kapsama alanında bulunması ve sinyal vermesi tek başına o kişilerin bir araya geldikleri veya buluştukları anlamına gelmeyecektir. Diğer taraftan, amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir. Somut olay bu açıklamalar ışığında ve tüm dosya içeriği gözönüne alınarak değerlendirildiğinde; Sanık M.. Ç.. ile haklarındaki hükümler incelemeye konu olmayan sanıklar N.. Ç.., U.. Ç.. ve İ.. D.. hakkında rüşvet vermek ve almak suçundan açılan kamu davasının yargılaması sonucunda, U.. Ç..’in kardeşinin uyuşturucu madde ile yakalanması üzerine İ.. D.. ile birlikte dosyaya bakacak olan Cumhuriyet savcısı N.. Ç..’ı kardeşi M..S.. Ç..’i tutuklamaya sevk etmemesi için etkilemeye çalışmaları, N.. Ç..’ın da M.. S..Ç..’i yerleşmiş uygulamalara aykırı olarak tutuklamaya sevk etmemesi ve N.. Ç..'ın görevininin gereklerine aykırı olarak yapmaması gereken bir işi yapması ya da yapılması gereken bir işi yapmaması için rüşvet talep ettiği ve bu şekilde bir talebi kabul ettiğine ilişkin kesin inandırıcı deliller elde edilememesi gerekçesiyle sanıklar N.. Ç.., İ.. D.. ve U.. Ç..'in eylemlerinin görevi kötüye kullanma olarak nitelendirilerek cezalandırılmalarına karar verilen olayda sanık M.. Ç..’in diğer sanıkların eylemlerine iştirak edip etmediğinin belirlenmesi gerekmektedir. U.. Ç..'in dayısı, İ.. D..'nın müvekkili olan ve N.. Ç..'la da hemşehri olmaları nedeniyle tanışan sanık M.. Ç..'in, her aşamada istikrarlı olarak suçlamaları kabul etmemesi, İ.. D.. ile aralarında geçen konuşmalarda haklarındaki hükümler incelemeye konu olmayan sanıklarla ortak hareket ettiğine ilişkin bir bilginin olmaması, Cumhuriyet savcısı olan sanık N.. Ç..’ı olay tarihinde aramasının önceden tanışmaları ve görüşmelerin içeriklerinin bilinmemesi nedeniyle sanığın diğer sanıklarla ortak hareket ettiğini göstermeyeceği anlaşıldığından ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel Dairece sanığın beraatine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ayrıca, sanık M.. Ç.. ile N.. Ç.. ve İ.. D..’nın cep telefonlarının sinyal bilgilerinin incelenmesi sonucunda, olay tarihinde cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesi nedeniyle sanıkların buluştukları iddia edilmekte ise de; baz istasyonlarının geniş bir kapsama alanının olması, sanık M.. Ç..'in işyeri ile N.. Ç..'ın görev yaptığı adliye ve ikamet ettiği lojmanın birbirine yakın yerlerde bulunması ve İ.. D..'nın avukat olması dikkate alındığında cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesinin normal olduğu, başka bir anlatımla İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde birbirine yakın yerlerde oturan, çalışan veya tesadüfen oradan geçmekte olan insanların cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesinin olağan bir durum olması gözönüne alındığında, cep telefonlarının aynı baz istasyonu kapsamında sinyal vermesinin sanık M.. Ç..'in diğer sanıklarla bir araya geldiği ve görüştüğünü kabule imkan vermemektedir.YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas Numarası: 2013/5-247 Karar Numarası: 2015/60 Karar Tarihi: 24.03.2015
Rüşvet suçu bir karşılaşma suçu olmakla birlikte, taraflardan birinin kamu görevlisi olması zorunludur. Bu itibarla rüşvet suçu özgü bir suç mahiyetini taşımaktadır. Ancak bu durum rüşvet suçunun faillerinin ancak kamu görevlileri olabileceği anlamına gelmemektedir. Zira rüşvet veren kişinin kamu görevlisi sıfatını taşıması şart değildir. 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikle maddenin beşinci fıkrasında rüşvet suçuna aracılık eden kişilerin ne suretle cezalandırılacağına açıklık getirilmiş, altıncı fıkrada ise, rüşvet ilişkisinde, kamu görevlisi dışında, dolaylı olarak kendisine menfaat sağlanan üçüncü kişinin veya menfaatin tüzel kişiye sağlanması halinde bu tüzel kişinin menfaati kabul eden yetkilisinin, kamu görevlisi sıfatını taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın, müşterek fail olarak cezalandırılması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Ancak bu durumda kamu görevlisi dışında kendisine menfaat sağlanan kişinin menfaati kabul ederken bunun rüşvet ilişkisinden kaynaklanan bir ekonomik değer olduğunu bilmesi gerekir. Aksi takdirde kastı olmadığı için ceza sorumluğu cihetine gidilemeyecektir. YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas Numarası: 2013/840 Karar Numarası: 2015/49
Karar Tarihi: 17.03.2015
CMK’nın 138. maddesi yapılan bu düzenleme ile sınırlı şekilde sayılan suçlarla ilgili olarak sınırlı hâllerde iletişimin denetlenmesi olanağı getirilmiştir. Yürürlükten kalkan 4422 sayılı Kanun'daki düzenlemeye paralel olmakla birlikte, anılan maddeyle ayrıca bir başka suçun işlendiği şüphesini uyandıracak şekilde tesadüfen elde edilen kanıtların değerlendirilmesi olanağı da tanınmıştır. CMK’nın bu hükmü, telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesinde “hâkim kararı aranması” şartının bir defaya mahsus olmak üzere istisnasını oluşturmaktadır. Bu düzenlemeyle hakkında hâkim kararı bulunmayan kişinin iletişiminin ilk kez dinlenmiş olması hâlinde, elde edilen delilin ceza muhakemesinde kullanılabilmesi mümkün hâle gelmekte, karar olmaksızın yapılan bu dinleme üzerine soruşturma başlatılabilmekte ve şartları varsa ilgili hakkında ayrıca dinleme kararı alınabilmektedir. Ancak, iletişimin denetlenmesi sırasında tesadüfen elde edilen kanıtların dikkate alınabilmesi için söz konusu delilin tedbire konu suç ile ilgili olmayan ve bir başka suç şüphesi uyandıran bir delil niteliği taşıması ve tedbire konu suçun CMK'nın 135. maddesinde sayılan katalog suçlar arasında yer alması gerekmektedir. İnceleme konusu olayda sanıklar ... ve ...’in kullandıkları telefon hatlarının rüşvet suçundan iletişimin tespitine, dinlenilmesine, kayda alınmasına, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ve detay sorgulamalarının yapılabilmesine, ayrıca aynı Kanun’un 140. maddesi gereğince adı geçen sanıkların teknik araçlarla izlenmesine karar verildiği, iletişimin denetlenmesi sırasında sanıklar ... ve ...’in sanıklar ... ve ... ile suç tarihi ve sonrasında çok sayıda telefon görüşmelerinin olduğu ve sanıklar hakkında suç tarihinin tespitine göre rüşvet veya görevi kötüye kullanma suçunu işledikleri şüphesini uyandırabilecek deliller tespit edilmiştir. Sanıklar ... ve ... hakkında rüşvet suçundan iletişimin denetlenmesi kararının verildiği tarihte sanıklar ... ve ... hakkında henüz soruşturma yürütülmediğinden ve yalnızca sanıklar ... ve ... hakkında soruşturma yapıldığından sanıklar arasındaki telefon görüşmesi neticesinde elde edilen suç tarihinin tayinine göre rüşvet veya görevi kötüye kullanma suçunu işledikleri şüphesini uyandırabilecek delillerin sanıklar ... ve ... açısından tesadüfi delil niteliği taşımaktadır. İletişimin denetlenmesi tedbiri bakımından sanıklar ... ve ... açısından elde edilen tesadüfi deliller, sanıklar ... ve ... hakkında CMK'nın 135. maddesinde sayılan katalog suçlardan olan rüşvet suçu ile ilgili soruşturma aşamasında hâkim kararı ile yapılan iletişimin dinlenmesi sırasında elde edildiğinden yasal delildir. Ancak tesadüfen elde edilen bu delillerin hukuka uygun olarak kullanılabilmeleri için, ortaya çıkardıkları suç veya suçların da katalog suçlar arasında yer alması gerekmektedir. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; ... isim ve imzası ile Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen 06.11.2012 tarihli yazı ile sanık ...’ın silahı ile karıştığı bir olayla ilgili hakkında yürütülen soruşturma dosyası kapsamında sanık ...’in sanık ... lehine karar verilmesi için Trabzon Adliyesinde görevli bir Cumhuriyet savcısına Iphone 4S marka cep telefonu ve 2.500 TL para vereceği hususunda ihbarda bulunulması üzerine olayın araştırılmasına başlandığı, Trabzon 1. Sulh Ceza Mahkemesince sanıklar ... ve ...'in kullandığı hatların rüşvet suçundan iletişimin tespitine ve adı geçen sanıkların teknik araçlarla izlenmesine karar verildiği, Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/4935 sayılı soruşturma dosyasında soruşturmanın Trabzon Cumhuriyet savcısı olan sanık ... tarafından yürütüldüğü, sanık ...’ın ve tanık ...’ın şüpheli sıfatlarının bulunduğu, adı geçen şahısların 20.05.2012 tarihinde otomobille seyir hâlinde iken silahla havaya ateş ettikleri ihbarı üzerine haklarında soruşturma başlatıldığı ve ruhsatlı silahlarına el konulduğu, sanık ...’ın dedesinden kalma bu silahı geri alabilmek amacıyla telefon bayisi işleten çocukluk arkadaşı sanık ...’ın iş yerinde, tır şoförü olup ve bazı hâkim ve Cumhuriyet savcılarını tanıyan sanık ... olduğu halde, sanık ...’ın sanık ...’e Trabzon Adliyesinde görev yapan tanıdığı hâkim veya Cumhuriyet savcısı olup olmadığını sorduğu, sanık ...’in olumlu cevap verip bu işi hâlledeceğini söyledikten sonra adliyede sanık ... ile görüştüğü, sanık ... ve tanık ... hakkında 25.12.2012 tarihinde sanık ... tarafından kovuşturmaya yer olmadığına ve emanette kayıtlı olan silahların adı geçenlere iadesine karar verildiği, Sanık ...’in savunmasına ve Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/7615 sayılı dosyasına göre sanık ...’in cep telefonunu 15.07.2012 tarihinde Ankara’dan Trabzon’a yolculuk yaptığı sırada kaybettiği, faili meçhul şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, cep telefonuna ihtiyacı olan sanık ...’in sanık ...’e, kendisine cep telefonu temin edilmesi karşılığında sanık ... ve tanık ... hakkında genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan yürütülen soruşturma dosyasında kovuşturmaya yer olmadığına ve silahların adı geçen şahıslara iade edilmesine karar vereceğini belirttiği, sanık ...’in sanık ...’e verilmek üzere, sanık ...’ın iş yerinden 20.07.2012 tarihinde bir adet Iphone 4S Black marka, 16 GB cep telefonu aldığı ve faturanın sanık ... adına düzenlendiği, faturada yazılı 2.000 TL olan cep telefonu ücretinin aynı gün sanık ...'a ait Garanti Bankasına ait kredi kartı kullanılarak on taksit ile 2.030 TL olarak ödendiği, Takip eden zaman diliminde sanık ...’in satın aldığı ruhsat kaydı başkası üzerine olan tırın yakıt ve bakım giderleri için paraya ihtiyacı olduğunu söyleyerek sanık ... ve tanık ... hakkında yürütmüş olduğu soruşturma dosyasında henüz bir karar vermeden önce sanık ...’ten kendisine önce 2.500 TL verilmesini istediği, sanık ... ile yüz yüze görüştüğünde ise talebini 3.000 TL'ye çıkardığı, sanık ...’in sanık ...’ın iş yerine giderek 2.500 TL aldığı, daha sonra ise sanık ...’in sanık ...’ın iş yerine tanık Hamza’yı göndererek 500 TL daha aldığı ve toplam 3.000 TL’yi sanık ...’e verdiği, sanık ... ve tanık ... hakkında 25.12.2012 tarihinde sanık ... tarafından kovuşturmaya yer olmadığına ve emanette kayıtlı olan silahların adı geçenlere iadesine karar verildiği iddia ve kabul edilen olayda, Sanıklara atılı suçun suç tarihinin belirlenmesinde; Sanık ... ve tanık ...’ın şüpheli oldukları soruşturma dosyasının sanık ...’e 25.05.2012 tarihinde tevzi edildiği, sanık ...’in sanık ...’ın iş yerinden 20.07.2012 tarihinde bir adet Iphone 4S marka cep telefonu aldığı ve aynı tarihte faturanın sanık ... adına düzenlendiği, satın alınan cep telefonunun 20.07.2012 tarihinde sanık ...'a ait kredi kartı ile ödendiği, sanık ... ve tanık ... hakkında 25.12.2012 tarihinde sanık ... tarafından kovuşturmaya yer olmadığına ve emanette kayıtlı olan silahların adı geçenlere iadesine karar verildiği, Sanık ... savunmasında, sanık ...’ın dedesinden kalma silahı geri alabilmek amacıyla adliyede sanık ... ile görüştüğünde, sanık ...’in dosyada şüpheli konumda olan şahısların alınan el svaplarında atış artığı olup olmadığının tespiti için Samsun Kriminal Polis Labaratuvarı Müdürlüğüne yazdığı müzekkerenin cevabının henüz gelmediğini belirttiğini söylemiş, anılan dosyanın incelenmesinde de 11.10.2012 tarihinde Samsun Kriminal Polis Labaratuvarı Müdürlüğüne yazılan yazı hakkında 04.12.2012 tarihli kriminal raporu düzenlendiği ve raporun 10.12.2012 havale tarihi ile dosya arasına alındığı anlaşılmış ise de, sanık ... tarafından yürütülen soruşturmanın 25.05.2012 tarihinde soruşturma defterine kaydedilmesi, suça konu cep telefonun 20.07.2012 tarihinde sanık ... adına fatura edilmesi ve aynı tarihte sanık ...'ın kredi kartı kullanılarak ödeme yapılması, rüşvet anlaşmasının işin yapılmasından önce veya en geç yapılması anında gerçekleşmesinin gerekmesi, menfaatin temin edildiği kabul edilen 20.07.2012 tarihinden sonra Samsun Kriminal Polis Labaratuvarı Müdürlüğüne yazılan müzekkere tarihi olan 11.10.2012'den sonra rüşvet anlaşmasının yapılmasının mümkün olmaması sebebiyle sanık ...'in suç tarihine ilişkin savunmasına itibar edilemeyeceği, HTS kayıtlarına göre sanık ... ile sanık ... arasındaki ilk görüşmenin 09.07.2012 tarihinde olduğu anlaşılmakta ise de, bu kaydın içeriği konusunda bir bilgi olmadığı gibi, bu kaydın tek başına ya da birlikte taraflar arasındaki rüşvet anlaşmasının yapıldığı tarihin belirlenmesinde yeterli olmadığı gözetilmekle, rüşvet anlaşmasının en erken soruşturma dosyasının sanık ...’e tevzi edildiği 25.05.2012 tarihinden sonra, en geç ise sanık ...’ın iş yerinden cep telefonunun satın alınıp aynı tarihte sanık ...'ın kredi kartıyla ödendiği yani menfaatin temin edildiği tarih olarak kabul edilen 20.07.2012 tarihinde gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında, oluşan şüphenin sanıklar lehine değerlendirilmesi gerektiğinden rüşvet anlaşmasının 25.05.2012 tarihinden sonra ancak sanıklar aleyhine yasa değişikliği tarihi olan 05.07.2012 tarihinden önce yapıldığı kabul edilmelidir. Rüşvet suçunda suç tarihinin menfaatin temin edildiği tarih olduğu ileri sürülmüş ise de, öğretide de açıkça vurgulandığı üzere iki taraflı ve bir karşılaşma suçu olan rüşvet suçunda zorunlu olarak suçun işlenişine katılanların aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemeleri, ancak farklı yönlerden hareket etmeleri, yararı sağlayan veya bu yolda anlaşmaya varan (vaadde bulunan) kişi ile kamu görevlisi arasında, serbest iradeye dayalı bir rüşvet anlaşmasının bulunmasının gerekmesi, 765 sayılı TCK'nın 211. maddesinin birinci fıkrasında "Ceza Kanununun tatbikinde memur sayılanların, kanunen veya nizamen yapmaya veya yapmamaya mecbur oldukları şeyi yapmak veya yapmamak için aldıkları veya başkalarına aldırdıkları para, hediye ve her ne nam altında olursa olsun sağladıkları diğer menfaatler ile bu maksatla alıp sattıkları veya ihale eyledikleri taşınır ve taşınmaz malların gerçek değeri ile verilip alınan bedel arasındaki fahiş fark rüşvet sayılır." şeklinde rüşvetin tanımının yapılması, aynı Kanun'un 212 ve 213. maddelerinde ise bu suçu işleyenlere uygulanacak ceza miktarının belirlenmesi, 5237 sayılı TCK’nın 252. maddesinin üçüncü fıkrasının "Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur." şeklinde düzenlenmesi, madde gerekçesinde de rüşvet suçunun, menfaatin kamu görevlisi tarafından temin edildiği anda tamamlandığı ilke olarak kabul edilmekle birlikte, izlenen suç siyaseti gereği olarak, rüşvet suçunun kamu görevlisi ile iş sahibi arasında görevinin ifasıyla ilgili bir işin yerine getirilmesi veya getirilmemesi amacına yönelik menfaat teminini öngören bir anlaşmanın yapılması durumunda dahi rüşvet suçu tamamlanmış gibi cezaya hükmedileceğinin belirtilmesi, 765 sayılı TCK'nın madde metninde 5237 sayılı TCK'da yer alan rüşvet konusunda anlaşmaya varılması hâlinde suçun tamamlanmış gibi cezaya hükmolunacağına ilişkin bir düzenleme yer almamasına rağmen 765 sayılı TCK'nın yürürlükte olduğu dönemde bile Özel Dairece ve Ceza Genel Kurulunca istikrarlı bir şekilde kabul edilen içtihatlarda da vurgulandığı üzere rüşvet suçunun yapısı gereğince suç tarihinin rüşvet anlaşmasının yapıldığı tarih olduğunun kabul edilmesi, 5237 sayılı TCK ile de içtihatlarla oluşan uygulamanın devam ettirilmesinin kanun koyucu tarafından amaçlanarak 5237 sayılı TCK’nın 252. maddesinin üçüncü fıkrasının "Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur." şeklinde düzenlenmesi ve bu düzenleme ile menfaat temin edilene kadar bu suça iştirakın mümkün olması birlikte değerlendirildiğinde suç tarihinin menfaatin temin edildiği tarih değil, rüşvet anlaşmasının yapıldığı tarih olduğu ve rüşvet anlaşmasının 25.05.2012 tarihinden sonra ancak aleyhe yasa değişikliği tarihi olan 05.07.2012 tarihinden önce gerçekleştiği kabul edilmelidir. Sanıkların işledikleri kabul edilen suçun hukuki nitelendirilmesinde; TCK’nın 257/3. maddesinde, “İrtikap suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” şeklinde görevi kötüye kullanma suçu ve TCK’nın 252. maddesinin üçüncü fıkrasında “Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.” biçiminde rüşvet suçu tanımlanmışken, 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile TCK’nın 257/3. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunun yürürlükten kaldırıldığı, aynı Kanun ile rüşvet suçunun düzenlendiği TCK’nın 252. maddesinin tamamen değiştirildiği göz önünde bulundurulmakla birlikte sanıkların işledikleri kabul edilen suçun suç tarihinin 25.05.2012 tarihinden sonra ancak mevcut deliller karşısında sözü edilen yasa değişikliğinden önce olduğunun anlaşılması, bu bağlamda suç tarihinden sonra 05.07.2012 tarihinde 6352 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesi, suç tarihindeki düzenleme uyarınca görevinin gereklerine uygun davranması için kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlamak fiilinin TCK'nın 257/3. maddesindeki görevi kötüye kullanmak suçu kapsamında kalması birlikte değerlendirildiğinde; sanıklara atılı suçun sabit olduğunun kabul edilmesi durumunda sanıkların eylemlerinin görevi kötüye kullanma suçu kapsamında kalacağı da kabul edilmelidir. İletişimin tespiti sonucu elde edilen delillerin değerlendirilmesinde; Sanıklar ... ve ...’in kullandıkları telefon hatlarının rüşvet suçundan iletişimin denetlenmesine, ayrıca aynı Kanun’un 140. maddesi gereğince adı geçen sanıkların teknik araçlarla izlenmesine karar verildiği, iletişimin denetlenmesi sırasında sanıklar ... ve ...’in sanıklar ... ve ... ile suç tarihi ve sonrasında çok sayıda telefon görüşmelerinin olduğu ve tüm sanıklar hakkındaki suçların suç tarihinin tespitine göre görevi kötüye kullanma suçunu işledikleri şüphesini uyandırabilecek delillerin tespit edildiği, sanıklar ... ve ... hakkında rüşvet suçundan iletişimin denetlenmesi kararının verildiği tarihte, sanıklar ... ve ... hakkında henüz soruşturma başlamadığından ve telefon görüşmesi neticesinde elde edilen görevi kötüye kullanma suçunu işledikleri şüphesini uyandırabilecek delillerin sanıklar ... ve ... açısından tesadüfi delil niteliği taşıdığı, iletişimin denetlenmesi tedbiri bakımından sanıklar ... ve ... açısından elde edilen tesadüfi deliller, sanıklar ... ve ... hakkında CMK'nın 135. maddesinde sayılan katalog suçlardan olan rüşvet suçu ile ilgili soruşturma aşamasında hâkim kararı ile yapılan iletişimin dinlenmesi sırasında elde edildiğinden yasal delil niteliğinde olduğu, ancak tesadüfen elde edilen bu delillerin hukuka uygun olarak kullanılabilmeleri için, ortaya çıkardıkları suç veya suçların da katalog suçlar arasında yer alması gerektiği, sanıkların eylemlerinin sabit olduğunun kabul edilmesi durumunda suç tarihinin tespitine göre sanıklara atılı suçun görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı ve elde edilen bu suçu işledikleri şüphesini uyandırabilecek delillerin katalog suçlar arasında sayılmayan görevi kötüye kullanma suçunun ispatında ve bu suçtan kurulan hükmün dayanağı olarak kullanılmasının yasal olarak kabul edilemeyeceği, CMK'nın 138. maddesinin ikinci fıkrasındaki açık düzenleme uyarınca katalog suçlardan birinin katalog olmayan bir suça dönüşmesi hâlinde de kullanma yasağının söz konusu olacağı, bu anlamda kamu davasının katalog suçlardan birinden açılmış olup olmaması veya dönüştürmenin soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı veya kovuşturma evresinde mahkeme tarafından yapılması arasında herhangi bir fark bulunmadığı, aksi düşüncenin kabulünün, kanunda yer alan katalog kısıtlamasını dolanmak niyetiyle katalog suç görüntüsü altında tedbire başlanıp deliller elde edildikten sonra bu delillerin katalog dışı bir suç için kullanılması sonucunu doğuracağı hususları birlikte değerlendirildiğinde; tüm sanıklar açısından elde ediliş şekli itibarıyla yasal delil olmakla birlikte somut olayda kullanılmasının hukuken yasak olduğu ve CMK'nın 217. maddesinin ikinci fıkrasına göre hükme esas alınamayacağı kabul edilmelidir. Sanıklara atılı suçun suç tarihine, sanıkların işledikleri iddia ve kabul edilen suçun hukuki nitelendirilmesine ve iletişimin tespiti sonucu elde edilen delillere ilişkin yapılan bu açıklamalardan sonra somut olay değerlendirildiğinde; Sanıklar ... ve ... hakkında rüşvet suçundan alınan iletişimin tespiti kararı kapsamında sanıklar ... ve ... açısından elde edilen tesadüfi deliller ve tüm sanıklar açısından iletişimin denetlenmesi suretiyle elde edilen deliller dışlandığında, sanık ...’in genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan sanık ... ve tanık ... hakkında kovuşturmaya yer olmadığına ve emanette kayıtlı olan silahların adı geçenlere iadesine karar verilmesi karşılığında 2.000 TL değerindeki bir adet Iphone 4S marka cep telefonu ve 3.000 TL menfaat temin ettiğine ilişkin olarak, suç tarihinde sanık ...'in sanık ... ve tanık ... hakkında yürütüğü soruşturmanın devam etmekte olması, soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına ve emanette kayıtlı olan silahların adı geçenlere iadesine ilişkin kararın itiraz edilmeden kesinleşmesi, sanık ...’ın iş yerinde satılan cep telefonunun faturasının sanık ... İşbiten adına 2.000 TL bedelle 20.07.2012 tarihinde düzenlenmesi ve aynı gün sanık ...’a ait kredi kartı ile ödenmesi, sanık ... savunmasında kendisinin veya işçilerinin daha önce satın aldıkları cep telefonlarının bedellerini ödediği için 20.07.2012 tarihinde kredi kartını kullandığını savunmuş ise de ödeme yapıldığı tarih olan 20.07.2012 ve öncesine ait sanık ... veya çalışanlarına için cep telefonu satın alındığına dair dosya kapsamında fatura yahut destekleyici başka bir delilin bulunmaması, ücreti sanık ... tarafından ödenen cep telefonunun sanık ... tarafından sanık ...’e teslim edilmesi, sanıklar ...’in ve ...’ın müdafi huzurunda kollukta ve Cumhuriyet savcılığında verdikleri ifadelerde tevil yollu ikrarda bulunmaları, her ne kadar sanık ... TIR'ın ileride kazanacağı hakedişleri alınca cep telefonunun parasını sanık ...’e ödeyeceğini savunmuş ise de sanık ... tarafından daha sonradan sanıklar ..., ... veya ...’a herhangi bir ödemenin yapılmamış olması, sanık ...’in sanık ... ve sanık ... aracılığıyla sanık ...’dan 2.000 TL değerinde cep telefonu ile 3.000 TL menfaat temin etmesi, sanık ... tarafından sanık ... ve tanık ... hakkında yürütülen soruşturmada el svaplarında atış artığına rastlanmaması, bununla birlikte aksi yönde tanık beyanı yahut başka bir delilin de olmaması ve verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın itiraz edilmeden kesinleşmesi karşısında, sanık ...'in eyleminin suç tarihindeki düzenleme uyarınca lehine olan TCK'nın 257/3. maddesinde yer alan görevinin gereklerine uygun davranmak için çıkar sağlamak suretiyle görevi kötüye kullanma, TCK'nın 40/2. maddesi gözetilerek sanık ...'ın eyleminin bu suça azmettirme, sanıklar ... ve ...'ın eylemlerinin ise bu suça yardım etme kapsamında kaldığı kabul edilmelidir. Sanık ...’in sanık ... ve tanık ... hakkında yürüttüğü soruşturma dosyasında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdiği tarih olan 25.12.2012 tarihinde sanıklar ... ve ... aracılığıyla sanık ...’dan 10.000 TL daha istediğine ilişkin iddia hakkında sanık ... hakkında tanzim edilen iddianame ve son soruşturma kararı ile diğer sanıklar hakkında düzenlenen iddianamede böyle bir anlatımın bulunulmaması, iddianame ve son soruşturma kararında rüşvet anlaşmasının 2.000 TL değerindeki cep telefonu ile 3.000 TL karşılığında yapıldığının ileri sürülmesi, sonradan ileri sürülen 10.000 TL’ye yönelik talebin dava konusu yapılmaması karşısında bu talep temin edilen menfaat kapsamında değerlendirilmemiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Sanık ... hakkında; rüşvet suçundan yapılan yargılama sonucunda suçun oluştuğu tarih ve buna bağlı olarak uygulanacak yasa maddesi konusunda; Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur. Uyuşmazlığın çözümü için TCK'nın 252/3-4-5. maddelerinin ceza hukukunun izin verdiği ölçüde yorum prensipleri ışığında irdelenerek; kanunilik prensibi ve hakkaniyet ilkesi gibi hukukun evrensel ilkeleri ile ilişkilendirilmesi, buna göre de suçun hangi tarihte oluştuğunun yasal düzenleme, yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak ortaya konması gerekmektedir. Anılan fıkraların gerekçesi de; Rüşvet suçu, menfaatin kamu görevlisi tarafından temin edildiği anda tamamlanmış olur. Ancak, izlenen suç siyaseti gereği olarak, rüşvet suçunun kamu görevlisi ile iş sahibi arasında belli bir işin yapılması veya yapılmaması amacına yönelik menfaat teminini öngören bir anlaşmanın yapılması durumunda dahi rüşvet suçu tamamlanmış gibi cezaya hükmedilecektir. Rüşvet suçu, bir karşılaşma suçudur; bu nedenle, çok failli bir suçtur. Bir tarafta, rüşvet veren; diğer tarafta ise rüşvet alan kamu görevlisi yer almaktadır. Rüşvet veren ve alan, aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemektedirler. Bu itibarla, veren ve alan açısından rüşvet suçu tek bir suçtur. Söz konusu suç, menfaatin temin edildiği anda tamamlanmış bulunmaktadır. Menfaat temin edilinceye kadar suça iştirak mümkündür. Bu nedenle, söz konusu suç tanımı kapsamında 'rüşvete aracılık eden' kavramına yer verilmemiştir...' şeklinde açıklanmıştır. TCK'nın 252. maddesinin üçüncü fıkrasında; rüşvet anlaşması ile tamamlanmış suça ilişkin ceza verileceği belirtilirken, suçun rüşvet anlaşması ile tamamlandığına dair herhangi bir ibareye yer verilmemiştir. Uyuşmazlığın çözümü için, TCK’nın 252. maddesinin üçüncü fıkrasına nasıl bir anlam yükleneceğinin, ceza hukukunun izin verdiği ölçüde yorum prensipleri ışığında benzer olaylardaki yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak belirlenmesi gerekmektedir. Prof. Dr. Zeki Hafızoğulları-Prof. Dr. Muharrem Özen; rüşvet alma ve vermede, suçun, genillikle, faillerin karşılıklı serbest iradeleri örtüştüğünde, yani rüşvet sözleşmesi akdedildiğinde işlenmiş olduğu kabul edilmektedir. Doktrinde, rüşvet alan kamu görevlisi istenileni henüz yapmış veya yapmamış, rüşvet veren edimde henüz bulunmamış, hatta edimde bulunmaktan vazgeçmiş olsa bile, suçun oluştuğu ileri sürülmektedir. Çünkü suçun, rüşvet sözleşmesinin akdedildiği anda oluşmuş olduğu düşünülmektedir. Ancak, Kanun, 'rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur' diyererek (f.3) suçu, kendince, teknik olarak mümkün olmamakla birlikte, teşebbüsü tamamlanmış suç gibi cezalandıran suçlara' benzetmek istemiş; dolayısıyla suçun, sözleşmede bulunulduğu anda değil, ama edimde bulunulduğu anda oluştuğunu kabul etmiştir. Gerekçede, 'suç, menfaatin temin edildiği anda tamamlanmış bulunmaktadır' denmektedir. Herhalde, böylece, Kanun, rüşvet suçunda, doktrinde, suçun tamamlanma anı konusunda süregelen tartışmalara kendince bir son vermek istemiştir. Rüşvette, madem çok failli suçtur, öyleyse failler, 'suça iştirak' etmiş olmazlar, dolayısıyla 'suç ortağı' değildirler. Kuşkusuz, burada, zorunlu iştirak vardır (Türk Ceza Hukuku-Özel Hükümler-Kişilere Karşı Suçlar-1. Baskı-USA Yayıncılık-Ankara Kasım 2016-Sayfa.41). Türk Ceza Kanununda, rüşvet suçundaki düzenlemeye benzer şekilde teşebbüs hâlinde kalmasına karşın, tamamlanmış suça ilişkin hükümlerin uygulanacağı başka suçlarda bulunmaktadır. Göçmen kaçakçılığı suçu, 6008 sayılı kanunla yapılan değişiklik sonucunda teşebbüs suçuna dönüştürülmüş, ancak anılan suçun teşebbüs suçuna dönüştürülmediği bir tarihte; Yargıtay Ceza Genel Kurulu, aşağıda açıklanan içtihadında; uyuşmazlığa konu somut olayımıza ışık tutan kriterlere yer vererek suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan kanuna göre anılan suça teşebbüs hükümlerinin uygulanabileceği belirtilmiştir. CGK'nın 2013/96 karar sayılı ilamında; 'TCK`nın 262, 277, 288, 309, 310, 311 ve 312. maddelerinde teşebbüs suçları düzenlenmiş ve anılan maddelerin kapsamında bulunan suçlarda teşebbüs hâli, tamamlanmış suç gibi yaptırıma bağlanmıştır. 6008 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce TCK`nın 79. maddesine göre göçmen kaçakçılığı teşebbüs suçu olmadığından, genel hükümler çerçevesinde, şartların varlığı hâlinde bu suç yönünden teşebbüs hükümlerinin uygulanabilmesi ve saptanacak temel cezadan teşebbüsün varlığı nedeniyle indirim yapılması mümkündür. Yerel mahkemece, sanıkların yasal olmayan yollardan ülkemize giren göçmenlerin maddi menfaat elde etmek amacıyla ülkede kalmalarına imkân sağladıkları ve bu şekilde eylemlerinin tamamlandığı kabul edilmiş ise de, yasal olmayan yollardan ülkeye giriş yapan göçmenleri, yurt dışına çıkarmak maksadıyla belli bir süre barındıran sanıkların eylemlerinin, göçmen kaçakçılığı suçunun, suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan ve sanıkların lehine olduğunda tereddüt bulunmayan 'göçmenin yurt dışına çıkartılmasına imkân sağlanması' şeklindeki seçimlik hareketi oluşturduğu, göçmenlerin yurt dışına çıkartılamadan yakalanmış olmaları nedeniyle sanıkların fiilinin teşebbüs aşamasında kaldığı kabul edilmelidir'. Yukarıda açıklandığı üzere, göçmen kaçakçılığı suçundaki yeni düzenlemeye göre; göçmenin yurt dışına çıkarılmasına imkân sağlamak için iki yıl ülke içerisinde barınmalarını sağlayan faillerin, göçmenlerin henüz yurt dışına çıkmadan yakalanmaları hâlinde tamamlanmış suça ilişkin cezadan sorumlu tutulmalarına karşın, şayet yurt dışına çıkış sağlanmış ise suç tarihi olarak yurt dışına çıkışın yapıldığı tarih olarak kabul edileceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Yine resmi evrakta sahtecilik suçunda, resmi evrakın düzenlendiği ya da düzenlettirildiği tarihte suçun oluşacağı tereddütsüzce kabul edilirken, sahte resmi evrakı düzenleyen ya da düzenleten sanığın sahte evrakı yıllar sonra kullanması hâlinde; suç tarihinin en son kullanma tarihi olarak kabul edileceği hususunda hiçbir tartışma yaşanmamıştır. Hatta Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulun, 2019/183 karar sayılı ilamında; sahte dilekçe ile dava açılmasından yaklaşık üç yıl sonra sonra Yerel Mahkemece verilen kararın Yargıtay Özel Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda onanmasına dair kararın verildiği tarih, suç tarihi olarak kabul edilmiştir. Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun aşağıda örnek olarak açıklanan 2007/254 ve 2011/232 karar sayılı ilamları ile pek çok ilamında; rüşvet suçunun rüşvetin alındığı anda tamamlandığı tereddütsüzce kabul edilmiştir. Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 2007/254 karar sayılı ilamında; 'Gerek 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 213. maddesinde, gerekse suçtan sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 252. maddesindeki düzenlemelerde; rüşvete konu nesnenin, verenin egemenlik alanından çıkarılıp, failin veya onun öngördüğü üçüncü kişinin egemenlik ve nüfuz alanına sokulması ile rüşvet suçunun tamamlanmış olacağı kabul edilmekle birlikte, öngörülen suç siyasetinin bir gereği olarak kamu görevlisi ile iş sahibi arasında belli bir işin yapılması veya yapılmaması amacına yönelik yarar teminini öngören bir anlaşmanın gerçekleşmiş olması da, suçun oluşumu bakımından yeterli görülmektedir. Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 2011/232 karar sayılı ilamında; '5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 252. maddesinin 3. fıkrasındaki tanımlamadan hareketle, rüşvet suçları, rüşvet anlaşmasının yapıldığı veya rüşvetin alındığı anda tamamlanmış olur. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, bu suç kalkışmaya (teşebbüse) elverişli bir suçtur'. TCK’nın 252. maddesinin üçüncü fıkrası yorumlanırken kanunilik ilkesinin gereği olarak anılan maddedeki pozitif hukuk kuralı, yorum faaliyetlerinin sınırını oluşturmalıdır. Yazılı metinlerin yorumlanmasında; pozitif temeli bulunmadığı için uygulayıcılar açısından bağlayıcı yanı olmayan ancak Prof. Dr. Kemal Gözler’in deyimiyle eşyanın tabiatından kaynaklanan yorum ilkelerine uyulması gerekmektedir. Ancak bu şekilde önceden bilinen ve olay sırasında değişmeyecek olan kurallar sayesinde hukuki güvenlik sağlanarak, keyfiliğin önüne geçilmiş olur. Herkes için aynı olması gereken yorum ilkelerine uyulmaksızın yapılacak yorumlarda; kişisel iradeler ön plana çıkacağından; ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan kanunilik ilkesinden de uzaklaşılma tehlikesi ortaya çıkacaktır. Yukarıdaki açıklamalar ve benzer olaylardaki yargı kararları ışığında somut olayımıza baktığımızda; TCK’nın 252. maddesinin üçüncü fıkrasında; 'Rüşvet konusunda anlaşmaya varılması halinde suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur' şeklinde düzenlemeye yer verilmesinden sonra gerekçede 'suç, menfaatin temin edildiği anda tamamlanmış bulunmaktadır' şeklinde açıklamada bulunulmuş olması, anılan fıkrada suçun rüşvet anlaşması ile suçun tamamlanacağının unutulduğundan söz edilmesinin, çağdaş anayasaların temel kurallarından birisi olan kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği kuralına aykırı olacağı gibi kanun koyucu tarafından son derece özenli davranılarak, doktrindeki tartışmaları net bir şekilde sonuçlandıracak ifadeye yer verilmiş olması, beşinci fıkrada, 'rüşvet teklif veya talebinin karşı tarafa iletilmesi, rüşvet anlaşmasının sağlanması veya rüşvetin temini hususlarında aracılık eden kişinin', altıncı fıkrada 'rüşvet ilişkisinden dolaylı olarak kendisine menfaat sağlanan üçüncü kişinin; kamu görevlisi sıfatını taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın müşterek faail olarak sorumlu tutulacağının' belirtilmiş olması nedeniyle rüşvet anlaşması ile suçun tamamlandığının kabul edilmesi durumunda rüşvet anlaşması ile menfaatin temin edildiği tarih arasında uzunca sayılabilecek bir sürenin bulunması durumunda, rüşvet anlaşmasına dahil olan failler ile bu anlaşmadan sonra menfaatin temin edileceği aşamaya kadar rüşvet anlaşmasına sonradan dahil olan diğer müşterek failler açısından çok farklı suç tarihlerinin kabul edilmesinin, müşterek faillik müessesinin ruhuna aykırı olacağı gibi hakkaniyete aykırı sonuçların ortaya çıkmasına neden olma ihtimalinin mevcut bulunması ve somut olayımızda rüşvet anlaşmasının tarihi kesin olarak belirlenememiş ise de haksız menfaatin 6352 sayılı Kanun'un 87. maddesi ile değişik 5237 sayılı TCK’nın 252/2. maddesinin yürürlüğe girdiği 02.07.2012 tarihinden sonra 20.07.2012 tarihinde sağlanmış olması karşısında; Cumhunriyet savcısı olarak görev yapmakta olan sanık hakkındaki suçun 20.07.2012 tarihinde tamamlandığı kabul edilerek anılan tarihte yürürlükte bulunan TCK’nın 252/2. maddesi uyarınca mahkûmiyet kararı verilmesi yerine, rüşvet anlaşmasının tarihi belli olmadığından bahisle sanık lehine olarak TCK’nın 257/3. maddesi ile uygulama yapan Yargıtay Yüksek 5. Ceza Dairesince verilen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmesi gerekirken, mahkûmiyet hükmünün onanmasına dair sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir" görüşüyle, Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi de; "Suç tarihinin 20.07.2012 tarihi olduğu ve sanıkların eylemlerinin rüşvet suçu kapsamında kaldığı" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Sanık ... müdafilerinin Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 31.05.2017 tarihli ve 1-8 sayılı sanık ...'in görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyetine yönelik temyiz istemlerinin süre yönünden REDDİNE, sanık ... hakkında kurulan hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay Cumhuriyet Savcısının temyiz istemiyle sınırlı olarak yapılmasına, 2- Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 31.05.2017 tarihli ve 1-8 sayılı hükümleri usul ve yasaya uygun olup herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından ONANMASINA, 2- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 07.07.2020 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle, ikinci uyuşmazlık yönünden oy çokluğuyla karar verildi.YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas Numarası: 2017/1020 Karar Numarası: 2020/350 Karar Tarihi: 07.07.2020
TCK madde 252 de rüşvet vermek ve rüşvet almak eylemleri suç olarak düzenlenmiştir.
Gerek Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairenin yerleşik kararlarında, gerekse öğretide ağırlıklı bir görüş olarak kabul gördüğü üzere, kamu görevlisinin, görev alanına giren bir işin yapılması veya yapılmaması karşılığında, fertler arasında, haksız yararın sağlanması hususunda rızalarının tam olarak uyuşması ile rüşvet anlaşması gerçekleşmiş olur. Teklif veya önerinin fert veya kamu görevlisinden gelmesinin önemi bulunmamakla birlikte, rüşvet veren ve alanın aynı amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak, kamu görevlisi tarafından ferde veya fert tarafından kamu görevlisine doğrudan veya örtülü bir istek veya önerinin yapılması ve bunun da karşı tarafça kabul edilmesi gerekir. Böyle bir anlaşmanın varlığının kabulü için, anlaşmaya ilişkin rızalar özgür irade ürünü olmalı, başka deyişle, cebir, tehdit, hile ve sair nedenlerle fesada uğratılmamış bulunmalıdır.
TCK’nın “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257/3. maddesi ise; “İrtikap suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmişken, 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Kanun’un birinci maddesi ile “birinci fıkra hükmüne göre” ibaresi “bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile” biçiminde değiştirilmiş, 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile de üçüncü fıkra yürürlükten kaldırılmıştır.
05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 87. maddesi ile TCK’nın 252. maddesinde yapılan değişikliğe ilişkin madde gerekçesinde; “Rüşvet suçunun oluşabilmesi için sağlanan menfaatin kamu görevlisinin ‘görevinin gereklerine aykırı’ bir işin yapılması amacına özgü olması şartı aranmamaktadır. Rüşvet suçunun oluşabilmesi için, kamu görevlisinin görevinin ifasıyla ilgili bir işin yapılması veya yapılmaması bağlamında kişiyle anlaşarak bir menfaat temin etmesi gerekmektedir. Ancak, önemle vurgulamak gerekir ki, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesiyle, kendisini mecbur hissederek kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş olması hâlinde, bu kişi bakımından fiil suç oluşturmaz. Çünkü bu durumdaki kişiyi mağdur olarak kabul etmek gerekmektedir. Buna karşılık menfaat sağlanan kamu görevlisini ise, artık rüşvet veya görevi kötüye kullanma suçundan dolayı değil, icbar suretiyle irtikâp suçundan dolayı cezalandırmak gerekmektedir. Bu suretle rüşvet suçu ile icbar suretiyle irtikap suçu arasındaki ayırıma açıklık getirilmiştir.” şeklinde açıklanarak bu suretle de, görevinin gereklerine uygun davranması için kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlamak fiili TCK’nın 257/3. maddesindeki görevi kötüye kullanmak suçu kapsamından çıkartılmış olup irtikap suçunu oluşturmadığı takdirde rüşvet suçunu oluşturduğu kabul edilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra delilleri takdir yetkisi ve delillerin değerlendirilmesi hususları üzerinde durulmalıdır.
İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve öğretide de ifade edildiği üzere, ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğe ulaşılmasında kullanılan araç delillerdir.
Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesinin altıncı fıkrası;
“Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.”,
CMK’nın “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrası;
“Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” şeklindeki düzenlenmiş olup anılan düzenlemelerle, ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş ve “delillerin serbestliği” ilkesine de vurgu yapılmıştır. Buna göre bütün deliller hukuka uygun olarak elde edilmeli ve değerlendirilmelidir.
Ceza muhakemesinde bir hususun hangi delille ispat olunacağı konusunda sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilen delilleri kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine delilleri de araştırıp değerlendirerek, her türlü şüpheden arınmış bir neticeye ulaşmalıdır. Dolayısıyla yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilmiştir. Ancak maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun değil, hukuk kuralları içerisinde, şüpheli ve sanığın hakları korunarak araştırılmalıdır.
Öğretide; “Ceza muhakemesinde delilleri elde etmek amacıyla kullanılan soruşturma işlemlerinin ve yöntemlerinin çoğunluğuyla, koruma tedbirlerinin tamamı, kişilerin temel hak ve özgürlüğüne müdahaleyi gerektirir. Ceza muhakemesi toplumun suçun aydınlatılmasındaki menfaati ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerine dokunulmasındaki çıkarının dengelenmesi esasına dayanır. Özellikle soruşturma aşamasında maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla delil elde edilmeye çalışılırken, insan onuru ve insan hakları ile hukukun ve ceza muhakemesinin temel ilkelerinden ödün verilemez.” denilmektedir (Murat Volkan Dülger, Ceza Muhakemesi Hukukunda Dışlama Kuralı ve Hukuka Aykırı Delillerin Uzak Etkisi, Seçkin Yayınları, … 2014, s. 38.).
Ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğe ulaşabilmek için, delil elde edilmesi aşamasında şahsi ve toplumsal değerlerin korunması da gereklidir. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğreti ve uygulamada “delil yasakları” olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Delil yasakları; “delil elde etme” ve “değerlendirme” yasakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara “delil elde etme yasakları” hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunsa bile bir delilin yargı mercilerince ortaya konulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise “delil değerlendirme yasakları” denilmektedir.
İfade alma ve sorgunun yasak usullerle gerçekleştirilmesi, tanıklıktan çekinme hakkı olanlara bu hakkın hatırlatılmaması, aramanın herhangi bir karara dayanmadan yapılması, ses veya görüntülerin montajlanması delil elde etme yasağına; tanıklıktan çekinen şahidin önceki ifadelerinin okunamaması, iletişimin denetlenmesi sırasında tesadüfen elde edilen delillerin CMK’nın 135/6. maddesinde sayılanlar dışındaki bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılamaması ise delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek olarak gösterilebilir.
Bu aşamada ceza muhakemesi hukukunda “iletişimin denetlenmesi” ve “tesadüfen elde edilen delil” konuları üzerinde de durulması gerekmektedir.
CMK’nın, iletişimin denetlenmesi işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan şekliyle 135. maddesi;
“(1) (Değişik birinci cümle: 25.05.2005 – 5353/17 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.
(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25.05.2005 – 5353/17 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.
(4) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.
(5) Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
(6) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80),
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
3. İşkence (madde 94, 95),
4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),
5. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
6. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
7. Parada sahtecilik (madde 197),
8. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
9. (Ek: 25.05.2005 – 5353/17 md.) Fuhuş (madde 227, fıkra 3),
10. İhaleye fesat karıştırma (madde 235),
12. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (madde 282),
13. Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315),
14. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları.
b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
c) (Ek: 25.05.2005 – 5353/17 md.) Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu,
d) Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
(7) Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” hükmünü,
Aynı Kanun’un 138. maddesi ise,
“(1) Arama veya elkoyma koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir.
(2) Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135 inci maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir.” düzenlemesini içermektedir.
CMK’nın 138. maddesi yapılan bu düzenleme ile sınırlı şekilde sayılan suçlarla ilgili olarak sınırlı hâllerde iletişimin denetlenmesi olanağı getirilmiştir. Yürürlükten kalkan 4422 sayılı Kanun’daki düzenlemeye paralel olmakla birlikte, anılan maddeyle ayrıca bir başka suçun işlendiği şüphesini uyandıracak şekilde tesadüfen elde edilen kanıtların değerlendirilmesi olanağı da tanınmıştır.
CMK’nın bu hükmü, telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesinde “hâkim kararı aranması” şartının bir defaya mahsus olmak üzere istisnasını oluşturmaktadır. Bu düzenlemeyle hakkında hâkim kararı bulunmayan kişinin iletişiminin ilk kez dinlenmiş olması hâlinde, elde edilen delilin ceza muhakemesinde kullanılabilmesi mümkün hâle gelmekte, karar olmaksızın yapılan bu dinleme üzerine soruşturma başlatılabilmekte ve şartları varsa ilgili hakkında ayrıca dinleme kararı alınabilmektedir. Ancak, iletişimin denetlenmesi sırasında tesadüfen elde edilen kanıtların dikkate alınabilmesi için söz konusu delilin tedbire konu suç ile ilgili olmayan ve bir başka suç şüphesi uyandıran bir delil niteliği taşıması ve tedbire konu suçun CMK’nın 135. maddesinde sayılan katalog suçlar arasında yer alması gerekmektedir.
İnceleme konusu olayda tanık …’in ve …’ün kullandıkları telefon hatlarının suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan iletişimin tespitine, dinlenilmesine, kayda alınmasına ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ve ayrıca aynı Kanun’un 140. maddesi gereğince adı geçen şahısların teknik araçlarla izlenmesine karar verildiği, iletişimin denetlenmesi sırasında tanık …’in ve …’ün birbirleriyle, tanık …’in ise sanık … ile suç tarihi ve sonrasında çok sayıda telefon görüşmelerinin olduğu ve sanık hakkında suç tarihinin tespitine göre rüşvet veya görevi kötüye kullanma suçunu işlediği şüphesini uyandırabilecek deliller tespit edilmiştir.
Tanık …’in şüpheli sıfatıyla hakkında yürütülen soruşturma dosyasında suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan iletişimin denetlenmesi kararının verildiği tarihte sanık … hakkında henüz soruşturma yürütülmediğinden, taraflar arasındaki telefon görüşmesi neticesinde elde edilen suç tarihinin tayinine göre rüşvet veya görevi kötüye kullanma suçunu işlediği şüphesini uyandırabilecek deliller sanık … açısından tesadüfi delil niteliği taşımaktadır.
İletişimin denetlenmesi tedbiri bakımından sanık … açısından elde edilen tesadüfi deliller, tanık … ve … hakkında CMK’nın 135. maddesinde sayılan katalog suçlardan olan suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu ile ilgili soruşturma aşamasında hâkim kararı ile yapılan iletişimin dinlenmesi sırasında elde edildiğinden yasal delildir. Ancak tesadüfen elde edilen bu delillerin hukuka uygun olarak kullanılabilmeleri için, ortaya çıkardıkları suç veya suçların da katalog suçlar arasında yer alması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/25597 numaralı soruşturma dosyasında kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından CMK’nın 98. maddesi uyarınca ifadesinin alınmasına yönelik hakkında yakalama kararı bulunan anılan dosyanın şüphelisi …’ın ifadesinin alınıp serbest bırakılması için menfaat karşılığı… ve … vesilesiyle aracı olan tanık … ile irtibat kurduğu, tanık …’in de… Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olan sanık …’a ulaşması üzerine Cumhuriyet savcısı … Yaşar Atalay’a tevzi edilmiş olan …’ın şüphelisi olduğu anılan dosyada sanığın menfaat karşılığında nöbetçi olduğu 22.11.2010 tarihinde mesai sonrasında şüpheli …’ın… Adliyesine gelmesini sağlayıp ifadesini alarak serbest bıraktığı iddia olunan olayda;
Sanığa atılı suçun suç tarihinin belirlenmesinde;
Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyasında kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından CMK’nın 98. maddesi uyarınca ifadesinin alınmasına yönelik anılan dosyanın şüphelisi … hakkında 13.10.2010 tarihinde yakalama kararı alındığı, …’ın sanığın nöbetçi olduğu 22.11.2010 tarihinde mesai sonrasında ifadesinin alınıp serbest bırakıldığı anlaşılmakla; iddiaya konu menfaatin teminine yönelik anlaşmanın en erken anılan şahıs hakkında yakalama kararının verildiği 13.10.2010 tarihi ve sonrasında, en geç ise menfaatin temin edildiği tarih olarak kabul edilen yani …’ın ifadesinin alınıp serbest bırakıldığı 22.11.2010 tarihinde gerçekleşebileceğinin anlaşılması karşısında, menfaatin teminine yönelik anlaşma yapıldığının sabit olduğunun kabul edilmesi hâlinde en geç 22.11.2010 tarihinde gerçekleştiği, yani söz konusu anlaşmanın sanık aleyhine yasa değişikliği tarihi olan 05.07.2012 tarihinden çok önce yapıldığı, zira TCK’nın 257/3. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunda suç tarihinin menfaatin temin edildiği tarih değil, söz konusu anlaşmanın yapıldığı tarih olduğu ve görevinin gereklerine uygun davranması için menfaat temin ettiğinin kabul edilmesi hâlinde eylemin aleyhe yasa değişikliği tarihi olan 05.07.2012 tarihinden önce gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Sanığa atılı suçun hukuki nitelendirilmesinde;
TCK’nın 257/3. maddesinde, “İrtikap suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” şeklinde görevi kötüye kullanma suçu ve TCK’nın 252. maddesinin üçüncü fıkrasında “Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.” biçiminde rüşvet suçu tanımlanmışken, suç tarihinden sonra 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile TCK’nın 257/3. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunun yürürlükten kaldırıldığı, aynı Kanun ile rüşvet suçunun düzenlendiği TCK’nın 252. maddesinin tamamen değiştirildiği göz önünde bulundurulmakla birlikte sanığa atılı suçun suç tarihinin en geç iddiaya konu menfaatin temin edildiği tarih olan …’ın ifadesinin alınıp serbest bırakıldığı tarih olan 22.11.2010 tarihi olduğu, hakkında ifadesinin alınmasına yönelik yakalama kararı bulunan …’ın sanık tarafından mesai sonrası nöbetçiyken ifadesinin alınıp serbest bırakılmasındaki eylemde sanığın bu işlemi yapmak için menfaat temin ettiğinin kabul edilmesi hâlinde görevinin gereklerine uygun davranması için kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlamak fiiline uyacak ve bunun da TCK’nın 257/3. maddesindeki görevi kötüye kullanma suçu kapsamında kalacak olması, bu bağlamda suç tarihinden sonra 05.07.2012 tarihinde 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi, suç tarihindeki düzenleme uyarınca görevinin gereklerine uygun davranması için kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlamak fiilinin TCK’nın 257/3. maddesindeki görevi kötüye kullanma suçu kapsamında kalması birlikte değerlendirildiğinde; sanığa atılı suçun sabit olduğunun kabul edilmesi durumunda sanığın eyleminin görevi kötüye kullanma suçu kapsamında kalacağı da kabul edilmelidir.
İletişimin tespiti sonucu elde edilen delillerin değerlendirilmesinde;
… Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/1762 soruşturma numaralı dosyasında şüpheli olan …’in ve …’ün kullandığı GSM hatlarının suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan CMK’nın 135 ve 137. maddeleri uyarınca iletişimin tespitine, dinlenilmesine, kayda alınmasına ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine, ayrıca aynı Kanun’un 140. maddesi gereğince teknik araçlarla izlenmelerine karar verilmesinden sonra tanık …’in sanık ile çok sayıda telefon görüşmesine rastlanmış olup sanığın tanık …’in adliyedeki işlerini maddi menfaat karşılığı yürüttüğü iddiası üzerine evrakın gereği yapılmak üzere Hâkimler ve Savcılar Kuruluna gönderilmesi üzerine suç tarihi olan 22.11.2010 tarihinden sonra 22.07.2011 tarihinde inceleme izni verilen sanık hakkında, iletişimin tespiti, dinlenilmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ile teknik araçlarla izleme kararının alınmadığı ve TCK’nın 257/1-3. maddesi uyarınca cezalandırılmasının talep edildiği göz önüne alınarak;
Tanık …’in şüpheli olduğu soruşturma dosyasında suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan iletişimin denetlenmesine, ayrıca aynı Kanun’un 140. maddesi gereğince teknik araçlarla izlenmesine karar verildiği, iletişimin denetlenmesi sırasında tanık …’in sanık … ile suç tarihinde, öncesinde ve sonrasında çok sayıda telefon görüşmelerinin olduğu ve sanığa atılı suçun suç tarihinin tespitine göre hakkında görevi kötüye kullanma suçunu işlediği şüphesini uyandırabilecek delillerin tespit edildiği, … hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan iletişimin denetlenmesi kararının verildiği tarihte, sanık … hakkında henüz soruşturma başlamadığından ve telefon görüşmesi neticesinde elde edilen görevi kötüye kullanma suçunu işlediği şüphesini uyandırabilecek delillerin sanık … açısından tesadüfi delil niteliği taşıdığı, iletişimin denetlenmesi tedbiri bakımından sanık … açısından elde edilen bu tesadüfi delilin, … hakkında CMK’nın 135. maddesinde sayılan katalog suçlardan olan suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu ile ilgili soruşturma aşamasında hâkim kararı ile yapılan iletişimin dinlenmesi sırasında elde edildiğinden yasal delil niteliğinde olduğu, ancak tesadüfen elde edilen bu delillerin hukuka uygun olarak kullanılabilmeleri için, ortaya çıkardıkları suç veya suçların da katalog suçlar arasında yer alması gerektiği, sanığın eyleminin sabit olduğunun kabul edilmesi durumunda suç tarihinin tespitine göre sanığa atılı suçun TCK’nın 257/3. fıkrasında düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı ve elde edilen bu delillerin katalog suçlar arasında sayılmayan görevi kötüye kullanma suçunun ispatında kullanılmasının yasal olarak kabul edilemeyeceği, CMK’nın 138. maddesinin ikinci fıkrasındaki açık düzenleme uyarınca katalog suçlardan birinin katalog olmayan bir suça dönüşmesi hâlinde de kullanma yasağının söz konusu olacağı, bu anlamda kamu davasının katalog suçlardan birinden açılmış olup olmaması veya dönüştürmenin soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı veya kovuşturma evresinde mahkeme tarafından yapılması arasında herhangi bir fark bulunmadığı, aksi düşüncenin kabulünün, kanunda yer alan katalog kısıtlamasını dolanmak niyetiyle katalog suç görüntüsü altında tedbire başlanıp deliller elde edildikten sonra bu delillerin katalog dışı bir suç için kullanılması sonucunu doğuracağı hususları birlikte değerlendirildiğinde; sanık açısından elde ediliş şekli itibarıyla yasal delil olmakla birlikte somut olayda kullanılmasının hukuken yasak olduğu ve CMK’nın 217. maddesinin ikinci fıkrasına göre hükme esas alınamayacağı kabul edilmelidir.
Sanığa atılı suçun suç tarihine, sanığın işlediği iddia edilen suçun hukuki nitelendirilmesine ve iletişimin tespiti sonucu elde edilen delillere ilişkin yapılan bu açıklamalardan sonra somut olay değerlendirildiğinde;
Tanık … hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan alınan iletişimin tespiti kararı kapsamında sanık … açısından elde edilen tesadüfi deliller dışlandığında; … Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından yürütülen soruşturmada ifadesinin alınmasına yönelik yakalama kararı olan şüpheli …’ın sanığın mesai saati sonrası nöbetçi olduğu sırada adliyeye gelmesi üzerine başka bir Cumhuriyet savcısına tevzi edilmiş olan söz konusu dosyanın sanığın talimatı üzerine zabıt kâtibi olan tanık … tarafından çıkarılıp sanık tarafından …’ın ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakılması, üç gün sonra da anılan şahıs hakkındaki yakalama kararının kaldırılmasının soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı tarafından gerçekleştirilmesi, anılan şahıs hakkında kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından açılan kamu davasında verilen beraat kararının temyiz edilmeksizin kesinleşmesi, tanık … tarafından …’ın tutuklanmasına yönelik yakalama kararı olduğu hâlde sanık tarafından anılan şahsın ifadesi alınıp serbest bırakıldığı beyan edilmiş ise de … hakkında çıkarılan yakalama kararının yalnızca ifadesinin alınmasına yönelik olması, tanık …’ın sanığı ve tanık …’i tanımadığını, hakkında yakalama kararı bulunduğunu arkadaşı olan başkomiser…’tan öğrenince ifade vermek için adliyeye gittiğini söylemesi, tanık …’in sanıktan herhangi bir talepte bulunmadığını beyan etmesi, sanık …’ın atılı suçlamayı kabul etmediğini, kimseden menfaat sağlamadığını, ayrıca tanık …’ı da tanımadığını savunması birlikte değerlendirildiğinde; sanığın üzerine atılı suçu işlediğine yönelik her türlü şüpheden uzak, somut, kesin ve inandırıcı bir delilin bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla usul ve kanuna uygun İlk Derece Mahkemesince sanık hakkında görevi kötüye kullanma suçundan verilen beraat hükmünün onanmasına karar verilmelidir.